11 Nisan 2022 Pazartesi

Tick Tick Tick Tick Tick Tick...

Merhaba, benim adım Senem.

Daha önce 32 kez yeni bir yaşa girdim. Bir çoğuna girdiğim günü hatırlamıyorum. Hatta sadece bir kaç tanesini fotoğraflar ve videolardan bağımsız hatırlayabiliyorum. Mesela bir keresinde, beşinci sınıftayken, müthiş bir heyecan ve beklentiyle evde bir doğum günü partisi düzenlemiştik. Bir kişi bile gelmemişti. Güzel kıyafetim, güzel pastam ve güzel beklentilerim boşa çıkmıştı. Çok da üzülmediğimi hatırlıyorum. Bir başka yıl, üniversitedeyken asıl gelmesini istediğim hiç kimse gelmemişti, ilk defa dışarıda özel bir yer tutarak yaptığım doğum günü partime... Benimle doğum günü aynı ya da çok yakın günlerde olan arkadaşlarımla birleştirmesem kutlamaları, hiç coşkuluyla kutlanacak bir doğumum olmadığını anladım bir süre sonra... kabullendim. Sahte bir coşkuyu, kollektif bir coşkuyu, hiçbir şeye yeğledim.

25 yaşıma girdiğim sabah, banyo kapısında abimle karşılaşmıştım. "Ulan 25 oldum be" dedim o da gülüp "bu daha hiç bir şey" deyip yoluna devam etmişti.

30 yaşıma iki kere girdim. Türkiye’de 29’a gireceğim zaman Kore’de 30'uma girdim. Sonraki yıl Türkiye’de tekrar 30'uma girdim. Komikti bu durum. O kadar.

Şimdi, iki gün sonra 33üncü yaşıma gireceğim. Korkuyorum. İstemiyorum. Hiç bir yaşım beni korkutmamışken, 25 ya da 30 gibi kritik yaşlar basitçe geçip gitmişken, 33 beni korkudan titretiyor. 35'e az kaldığı için mi? 30 geçtiği ve her yıl üzerine birer birer eklendiği için mi? Her şeye geç kaldım hissinden mi? Umutsuzluğun her yaşla artmasından mı? Yoksa bir kaç ay önce izlediğim o film yüzünden mi, o şarkı yüzünden mi? Dün izlediğim film yüzünden mi; hani 35 yaşındayım diyordu filmin başında, sonunda da terk etmişti hayallerini... Ben de mi 35'imde bir turizm şirketinde, bambaşka şeyler için geliştirdiğim yeteneklerimi kullanarak İspanya-Portekiz turu satmaya başlayacağım? Buzdolabım dolu olsun diye yüzde 7.5 prim için her şeyden vaz mı geçeceğim? 30 haziran 2019 tarihi öleceğim gün kadar aklımda mı kalacak? Her 30 Haziran’da üzülecek miyim? Tüm bunlar olursa bir gün ağlamadan bunları düşünebilecek miyim? Başıma daha korkunç şeyler geldiğinde vicdan azabı çekecek miyim? Bugün üzüldüğüm şeyler o gün bencilce mi gelecek? Bencilce gelecekse bu kadar çaba niye?

Neden hala devam ediyorum?

Neden pes etmiyorum?

Pes etmiyorum.

Belki 1990 yılında 30'uma girmekten korkmuyorum ama 2022’de 33 yaşına girmek hiç kolay değil.

İyi ki doğdum.



16 Şubat 2021 Salı

Boşluk ve Senem

    


    Bir iki haftadır içimde bir boşluk var. Bunun bir 'boşluk' olduğunu bir-iki dakika önce farkettim. Günlerdir ben bu boşluğu 'motivasyon eksikliği' ya da 'içimden bir şey yapmak gelmiyor' diye çağırıyordum. Tabi ki bu isimlerle çağırınca gelmedi, dönüp bakmadı bile...


-Yazmaya başlayınca,yazmayı düşünmediğin şeylerin kendi kendine kağıda geçmesi ne garip şey!-


    Konuşup, anlaşıp sorunu çözmek için sesleniyor, çağırıyordum onu. Ama birine adıyla değil de başka bir şekilde seslenirseniz dönüp bakmaz doğal olarak. Ben biraz önce onun gerçek adını öğrenip, seslenince döndü ve bana baktı.  

    Baktığı an kendimizi bu defterin sayfalarında, bu satırlarda bulduk. Şu an Boşluk'la Senem, bu kelimelerle sorunu çözmeye çalışıyorlar. 

    Bir sorunu çözebilmek için önce sorunun kaynağını bulmak lazım. Çoğu zaman yan etkileri ortadan kaldırıp sorunu çözdüğümüzü zannediyoruz. Sonra sorun tekrar kendini belli etmeye başlayınca 'yine mi?' diye soruyoruz kendimize. Oysa ki sorun hiç gitmemiş oluyor. Böylece o hiç gitmemiş olan sorunu bedenimizin, zihnimizin, ruhumuzun yani varlığımızın ayrılmaz bir parçası sanıyoruz. Ağrı kesici alıp başımızın ağrısı geçince beynimizdeki ur iyileşir mi hiç?

    Şu an Boşluk'la Senem sorunun aslında baş ağrısı değil ur olduğunu fark ediyoruz. Uru kesip atsak bile ufak parçaları kalır. O kalan parçalar için tedavi gerekir. Bu tedaviler kanserli hücreleri öldürürken sağlıklı hücreleri de öldürür. O sağlıklı hücrelerin ölürken hasta hissedersin. Bağışıklılığın düşer ve hastalıklara daha açık olursun. Bu yüzden kendini normalden daha fazla korursun. Daha sağlıklı beslenirsin, takviyeler alırsın ve dışarıdan gelebilecek virüsler ve mikroplara maruz kalmamak için maska takarsın. Ama sabredip, çabalamaya devam edersen o urdan arda kalan o kanser yok olur. Tedavi biter ve artık daha güçlüsündür.

    İşte! Boşluk'la Senem...Mücadele yolumuzu bulduk. Acı çekerek ama pes etmeden, kendimizi dışarıdaki kötü şeylerden koruyarak iyileşeceğiz. Şimdi iş urun nerede olduğunu bulmak. Sonra tedaviye başlayabiliriz.

    Şimdiden geçmiş olsun.

Senem  

 

14 Ocak 2021 Perşembe

14 Ocak: şiştim, iki katım oldum, patladım. Yetmedi.

 


Yanan ve şiş olduğunu hissettiğim dudaklarım

Islak, sanki kapanmayacak kadar kalınlaşmış göz kapaklarım

Ağrıyan şakaklarım

Titreyen parmaklarım

Kızarmış, acıyan ve yanan avuçlarım, ellerim

Ateş basan vücudum

Ağrıyan tabanlarım

Yarı tıkalı burnum

Kurumuş ağzım

Sıcak hava geçiyormuş gibi hissettiren, acıyan boğazım

Tuzdan yanan sivilcelerim

Sıkılı çenem

Ağrıyan diş etlerim

Zavallı ruhum

Uyunmayacak uykum

Yiten yarınım

Birazı daha giden aklım

8 Aralık 2020 Salı

eğer istersek...


    

Tertemiz ve yemyeşil çimlerin üzerinde yatıyorum. Kulağımda bluetooth kulaklıklar.. Gökyüzü masmavi, açık. Bazen beyaz bulutcuklar süzülüyor. Hava soğuk değil ama terletmiyor. Sakin sakin rüzgar esiyor arada sırada. Müzik dinliyorum.

    Gözlerimi kapatıyorum. Göz kapaklarımdan güneşin ılıklığı geçiyor. Çalan müzik, o sesler tenime dokuna dokuna içime işliyor.

    Bir an ılıklık kayboluyor. Gayri ihtiyari kaybettiğim ılıklığı bulabilmek için gözlerimi açıyorum. 

    Yanıma gelmiş. Çimlere oturmuş. Dizleri göğüsüne çekik, kollarıyla tutuyor. Üzerinde gri bir kapüşonlu sweatshirt var. Kapüşon kafasında. 

    Gözlerimi açtığımı görünce gülümsüyor. Çıkan gamzelerinde kaybettiğim ılıklığı buluyorum. O an elindeki bluetooth kulaklıklarını gösteriyor. Yüzünde bir soru ifadesiyle müzik çalan telefonumu işaret ediyor. Telefonumu çimlerin üzerinden alıp, kulaklıklarını telefonumla eşleştiriyorum. Sonra benim random playlistimi beraber dinlemeye başlıyoruz.

    Ben sanki yalnızmışımcasına rahatım. Bazen ayağımla ritim tutup, ağzımı oynatarak şarkılara eşlik ediyorum. O da önündeki manzaraya bakıp ileri geri sallanıyor, sözleri biliyorsa o da sessizce eşlik ediyor.

    Bazen birbirimize bakıp gülümsüyoruz. O an ikimiz de o sırada çalan şarkıyı sevdiğimizi söylüyoruz aslında. Her birbirimize bakış yeni bir ortak şarkı, her yeni ortak şarkı aramızdaki bir başka yeni bağ...

    Bazen onun anlamayacağı dilde şarkılar çıkıyor tesadüfen. Dikkatle, merakla dinliyor. Bana bakıp ' fena değilmiş' diyor mimikleriyle. Beni anlamaya, beni tanımaya, farklılıklarımıza aşina olmaya çalıştığını anlıyorum. 

    Hiç konuşmadan dakikalarca, saatlerce böylece tanışıyoruz. Yeni bağlar kuruyoruz. Her bağı birbirine sarıp güçlü bir halat yapmak amacımız galiba.

    Şarjım bitiyor. Gülüyoruz, kulaklıkları çıkartıyoruz. Yanıma, çimlere uzanıyor. Bir süre gökyüzüne bakıyor. Sonra başını bana döndürüp gülümsüyor. Konuşmaya başlıyor. Bu sefer onun ağzından çıkan sesler tenime dokunup, içime işliyor. Karşılık veriyorum, ben de onunla konuşmaya başlıyorum. Çıkardığımız tüm sesler yeni müziğimiz oluyor. Aşık oluyoruz.

    O an anlıyoruz ki 'biz'iz ve eğer istersek her şey yolunda gidecek.

    En kötü günde bile...



28 Kasım 2020 Cumartesi

BTS'İN "BE" ALBÜMÜ ÜZERİNE

    


    20 Kasım'da BTS'in çok beklenen self-produced albümleri 'BE' yayınlandı. Sadece self-produced değil aynı zamanda konseptinden, albümün tasarımına, klip çekimlerinden, kıyafetlerine her şey BTS üyeleri tarafından planlandı ve yapıldı. Ama ben bu yazımda sadece albüm içeriğinden, yani şarkılardan bahsedeceğim. 

(Life Goes on şarkısının bana hissettirdiklerini bu yazımın dışında daha iyi anlamak isteyenleri Youtube'daki " Canımın istediği şeyler" adlı kanalımdaki videoyu buraya tıklayarak  izlemeye davet ediyorum. Ayrıca yine aynı kanalda sevgili Betül'le yapmaya başladığımız K-Things adlı podcast yayınlarımızın ikinci bölümünde de 'BE' albümünden bahsediyoruz. Onu da buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz.)

    Albümde daha önce yayınladıkları ve rekor üzerine rekor kıran single Dynamite dahil olmak üzere sekiz parça bulunuyor. Bu parçalar içerisinde sadece Dynamite üyelerin elinden çıkma bir şarkı değil. Ayrıca albümdeki dördüncü parça 'skit' de şarkı değil ama onu sıra oraya gelince konuşuruz.

    Bu yazımda albümdeki parçalar hakkında üzerinde daha çok durulmasını arzuladığım ve daha çok kişi tarafından anlaşılmasını istediğim kısımlardan bahsedeceğim. Dolayısıyla bu yazıda albümdeki tüm detayları, sözleri vs. bulunmuyor. Bahsetmemeyi tercih ettiğim şeyler ya çoğu dinleyici tarafından kolayca anlaşılması olası ya bariz olan ya da dikkat çekmek istediğim diğer noktalara konsantrasyonu azaltmamak için yer vermediğim şeylerdir. 

    Okuma öncesi bilmenizi istediğim her şeyden bahsettiğime göre artık asıl konumuza geçebilirim.

LIFE GOES ON


    Albümün ilk ve title şarkısı olan 'Life Goes On'un bence, negatif ve pozitif diye kabaca tarif edebileceğim iki kısmı var. İlk kısım daha çok olumsuz düşüncelerin ve duyguların anlatıldığı kısım. İkinci kısımsa kabullenmeyle beraber gelen umut dolu ve pozitif bir kısım. Aslına bakarsak pandemi süreciyle hemen hemen benzer ve paralel bir şekilde ilerliyor. Covid-19 virüsünün tüm dünyaya yayılarak pandemi haline geldiği ilk dönemlerde herkes ne yapacağını bilemedi. Panikle beraber gelen bir karamsarlık hakimdi. Daha sonra bu durumla kendimizce nasıl başa çıkabileceğimizi yavaş yavaş keşfetmeye ve duruma olabildiğince ayak uydurmayı öğrendik.

    Şarkı "Dünya bir gün ansızın durdu" sözleriyle çok çarpıcı bir şekilde başlıyor. BTS'i ve BE albümünü daha yayınlanmadan önce bile takip edenler bu albümün pandemi dönemiyle ilgili olduğunu zaten biliyor. Fakat günümüzde bu şarkıyla tesadüfen karşılaşmış biri bile, şarkıdaki bu sözü duyup  pandemi ile bağlantıyı kolayca kurabilecektir. 

" Bahar durmak bilmedi ve bir dakika bile gecikmeden geldi." 

    BTS'in 2017 yılında çıkardığı 'You never walk alone' albümündeki 'Spring Day' adlı şarkıyla bağlantı kurabileceğimiz bir söz. Spring Day'de hayattaki zorluklar kış ve bu zorlukların atlatılması bahar olarak metaforlaştırılmıştı. Burada da aynı Spring Day'de olduğu gibi zorlu zamanlara rağmen baharın geldiği söyleniyor. Karantina süreci her ne kadar zorlu olsa da bir çok insan bu süreçle başa çıkabilmek için hayatına yeni şeyler ekledi. Yeni hobiler, öğrenilen yeni şeyler, sporlar, kilo vermeler ve dahası...Hepimiz sosyal medyadan bunların bir çok çeşitini gözlemledik. Hiç bir şey yapmayanlar bile kendileri ve dünya hakkında başka farkındalıklar edindiler. 

    Covid'in pandemiye dönüşmesiyle BTS'in dünya turnesi iptal oldu. Bununla ilgili hayal kırıklıklarını, üzüntülerini ve hatta kızgınlıklarını bir çok kez dile getirdiler. Ancak bu duyguları ve dünyanın içinden geçtiği bu süreci kabullendikten sonra, verimli bir şekilde çalışmaya döndüler ve sonucunda bu albüm ortaya çıkmış oldu. Dynamite da bonusu oldu. Hatta BTS bu süreçte sadece çalışmadı. Çoğumuz gibi onlarda hobileriyle bol bol vakit geçirdiler. Resim, gitar, bilgisayar oyunları, spor vs. tüm bunların neredeyse hepsine bizleri de şahit ettiler. Nasıl arkadaşlarımızı Instagram'da ekmek yaparken izlediysek onları da hobileriyle vakit geçirirken izledik. İşte şarkının bu kısmında kış olsa bile baharın her zaman geleceği söylenerek bu anlatılmak istenilmiş. Şarkı çok hüzünlü olsa da bu sözlerle büyük bir pozitif enerjiyle ve umutla başlamış oluyor. Altını çizmek isterim. Şarkı mutsuz değil, hüzünlü. 

"Bugün yine yağmur yağacakmış gibi görünüyor. İliklerime kadar sırılsıklamım ama yine de durmuyor. Yağmur bulutundan daha hızlı koşmak yeterli olur diye düşünmüştüm."

    RM'in söylediği bu sözler Mono adlı mixtape'indeki Forever Rain adlı parçaya gönderme yapıyor. Forever Rain'de çok karamsar ve bu karamsarlıktan beslenen bir RM görüyoruz. Ancak 'Life Goes On'da hayatın getirdikleriyle savaşmayan, onları kabullenen bir imaj çizerek bize tam tersini gösterecek. 

    RM, Weverse'de yayınlanan röportajında şarkıdaki bu sözlerini yazmasına ilham olan olayı şöyle anlatıyor: " Bir keresinde Han Nehri kıyında yürüyüş yaparken, Namsan Kulesi'nin üzerinde bir kara bulut gördüm. Bir arkadaşımla beraberim ve acaba yağmurun başlayıp bitiği sınır tam olarak nerede diye düşündük. Birden bire orayı bulabilmek için koşmaya başladık. Ama on dakika kadar koştuktan sonra o bulut olduğundan daha da uzaktaydı. O an kafamda yap boz parçaları oturdu. Kara buluttan daha hızlı olabilir misin? Hayır. İşte o zaman anladım. Aynı Whanki Kim'in ( Koreli ressam ) dediği gibi belki de ben Koreli olmayan hiç bir şey yapamam çünkü bu benim. Eskiden işler yolunda gitmediğinde geç saatlere kadar çalışır ve tüm gece uyumazdım. Bazen Samseong durağından Sinsa durağına yürürken her şeyi baştan sonra düşünüyorum. Ama şimdi, aynı dedikleri gibi fark ettim ki olduğumdan daha fazlasını yapamam." ( Röportajın tamamına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.)

"Sanırım ne de olsa bir insanım. Acılar dünyasındayım. Bu soğuğu bana veren bu dünya, tozla kaplı geri tuşuna basmam için beni uyarıyor/ teşvik ediyor."

    RM, bir önceki sözlerin hemen devamında 'sanırım ne de olsa bir insanım' diyerek aynı röportajında söylediği gibi olduğundan daha fazlası olamyacağını, kara buluttan daha hızlı olamyacağını kabullendiğini bize gösteriyor. Devamında yaşanılan zorlukların onu ne kadar etkilediğinden ve bu zorlukların onu eskiye yani belki de forever rain zamanındaki karamsarlıktan beslenen RM'e çevirebileceğinden bahsetiyor. Geri tuşuna üzeri tozla kaplanacak kadar uzun zamandır basılmadığını yani hep play tuşuna basarak, ileriye giderek yaşadığını bizlere söylüyor. Ama pandemiyle beraber ileriye bakmanın zorlaştığını bir nevi gözünün geri tuşuna kaydığını anlıyoruz. Fakat bu kısım biterken ki sözlerden anlıyoruz ki o geri tuşuna basılmıyor. Diyor ki " kış gelince, daha sıcak bir nefes verelim." RM artık umut dolu. 

    Daha sonraki kısım, nakarata geçiş yapan pre-chorus kısmı. Burası daha önce bahsettiğim birinci kısımdan ikinci kısıma da geçiş aslında. hatta birinci kısımla ikinci kısım arasında bir diyalog da diyebiliriz.

              V: Ufukta son görülmüyor. Bir çıkış yolu var mı? Ayaklarım hareket etmeyi / yürümeyi reddediyor. 

              JUNGKOOK: Bir anlığına gözlerini kapat, elimi tut. Hadi geleceğe doğru kaçalım."

    Bu diyalogda kendine çıkış yolu arayan V'ye elini uzatan Jungkook, V'yle beraber bizleri de aydınlığa yani şarkının pozitif kısıma götürüyor.

"Gün gelecek hiç bir şey olmamış gibi olacak. Aynı ormandaki bir eko gibi."

    Eko bildiğimiz gibi sesin geri yansımasıyla oluyor. Yani bahsedilen ormanda bir ses var. Bu da bizi aslında çok klasik hatta klişeleşmiş bir soruya götürüyor. Issız bir ormanda bir ağaç yıkılsa ses çıkar mı? Bu hem felsefe tarihi boyunca hem de popüler kültürde çok kullanılmış ve metaforlaşmış bir soru. İlk kez 1700'lü yıllarda filozof George Berkeley'nin düşünceleri üzerine dile getirilmiş bir soru bu. Sorunun ortaya çıktığı zamanlarda cevabı, 'insan olmadan ses olmaz. Dolayısıyla yıkılan ağaçtan ses çıkmaz.' olmuş. Çünkü Berkeley bir sübjektif idealist ve subjektif idealizmde her şeyi algı oluşturur. Bu anlayışa göre ağacın yıkıldığı sırada çıkardığı sesi algılayabilecek insan olmadığı sürece o ses var olamaz. Şarkıda bahsedilen ekoyu yaşanan olumsuzluklar gibi düşünürsek bize, sen o olumsuzlukları algılamazsan, olumsuzluklara odaklanmazsan, gün gelecek hayatımıza hiç bir şey olmamış gibi devam edeceğiz denilmek isteniyor. Ve hemen sonrasında "hayat devam ediyor" diyerek şarkının bize ısrarla vermek istediği bu mesaj bir kez daha vurgulanmış oluyor.

"sana bunu şu şarkıyla söyleyeyim. Diyorlar ki dünya değişti. Ama şükürler olsun ki seninle benim aramda hiç bir şey değişmedi."

    Şarkıyı ilk kez dinlediğimde Suga'nın kısmı  kulağıma çarpan ilk kısım oldu. Suga'nın D-2 mixtape'ini çok seviyorum ve çok dinliyorum dolayısıyla bu kısım hemen tanıdık geldi. D-2'da bulunan People parçasında Suga dünyanın değiştiğinden bahsediyordu. Burada o şarkı sözünü ve söyleyiş tarzının aynısını kullanarak hayranlarına hitap ediyor ve dünya turnesinin iptaline, hayranlarıyla birebir kanlı canlı görüşememelerine rağmen aralarındaki ilişkinin bozulmadığını söylüyor.

" günümüzü başlatıp bitirdiğimiz annyong ile..." 

    J-Hope'un kısmında tatlı bir kelime oyunu var. Şarkının müzik videosunda İngilizce altyazıyı açarsanız bu kısımdaki Korece annyong kelimesinin çevrilmediğini göreceksiniz. Eğer çevrilmiş olsaydı bu kelime oyunu anlamını kaybederdi ya da altyazı satırlar sürerdi. 

    Annyong Korece'de merhaba ve güle güle anlamına geliyor. Günlük dilde belki de en çok kullanılan kelimelerden biri desem abartmış olmam. Ama unutulmaya yüz tutmuş ve kullanılmayan bir anlamı daha var ki o da 'huzur'. Aslında Korece'de annyong kelimesinin resmi hali olan annyonghaseyo kelimesini kullanıldığında 'huzurla kal, huzurlu ol' gibi bir anlamda kullanılmış oluyor. Fakat zamanla bu anlamı unutulup basit bir merhaba ve güle güle dönüşmüş. Bizimde dilimize geçmiş  'Selam' kelimesiyle aslında aynı. Selam da, Arapça'da huzur anlamına geliyor. 

    J-Hope bu kelime oyunuyla aynı anda aslında "günümüzü başlatıp bitirdiğimiz huzur ile..." de demiş oluyor.

    Life goes on, "sokaklardan ayak izleri silindi" gibi basit cümlelerle, tüm dünyanın belki de yüzyıllardır aynı anda, aynı deneyimleri yaşadığı bu garip zamanları bize çok güzel anlatan bir şarkı. Belki de bir çoğumuzun pandemiyle beraber tecrübe etmeye başladığı yabancı duyguları bize tercüme eden bir şarkı...

FLY TO MY ROOM ( 내 방을 여행하는 법)

     Fly to my room benim albümdeki en sevdiğim şarkı oldu çünkü beni çok ama çok iyi anlatıyor. Eğer ben söz yazabilseydim ya da bir şarkı yapabilseydim herhalde beni en az bu kadar iyi yansıtabilir ve anlatabilirdi. 

    Şarkı kısaca pandemi süreciyle berbaer kendi odamızda / evimizde yaşamak zorunda kalışımızı ve o odada nasıl vakit geçirmeyi öğrendiğimizden bahsediyor. Küçük şeylerden zevk almaktan ve onların değerini bilmekten, odamızın ya da evimizin içinde yeni bir dünya oluşturmak durumunda oluşumuzdan bahsediyor. Eskiden evimiz işten, okuldan geldiğimiz, uyuduğumuz ama aslında 'gerçekten' yaşamadığımız bir yerken, artık tek yaşam alanımız haline geldi. Ben, zaten pandemi öncesinde de hemen hemen bu şekilde yaşıyordum. Dünyada en sevdiğim yer odamdı ve hala öyle. Ama pandemiyle beraber benim için bile farklılaştı. O yüzden bu şarkıyla bütünleşmiş gibi hissediyorum kendimi.

    Fly to my room'da yine life goes on gibi iki bölümden oluşuyor. İlk kısımda bıkkınlıkve kızgınlık var. Hatta depresif bile diyebilirim. Ama çok uzatmadan bu duygularla nasıl başa çıktıklarını anlattıkları ikinci bölüme geçiş yapıyorlar.

    "Hergün çok sinir bozucu, beni delirtiyor. Hala birinci günmüş gibi. Bütün yıl bizden çalındı. Gitmek istiyorum ama gidecek bir yer yok. Sadece bu oda var." gibi sözlerle baya karanlık bir ruh hali anlatılıyor. Elindekinin sadece bu oda olduğunu anlayınca bununla ilgili ne yapabilirim diye soruyor kendi kendine. Ve odasını yeni, kendine ait bir dünyaya dönüştürme kararı alıyor. Böylece şarkının aydınlık kısmına geçiyoruz.

"Karanlığımdan, hüznümden kurtulmak için odama uçmama izin ver ve artık yepyeni hissediyorum."

    Bu sözlerde odası artık öyle bir yer ki, oradayken kendini yenilenmiş hissediyor. Sanki hastalık, endişeler, pandemi, her şey odasının duvarlarının dışında ve odört duvar oen güvenli yer. Orada yaşamak artık kötü hissettirmiyor, artık hapsolmuş gibi hissettirmiyor. Durumu kabullenip, ona ayak uydurarak artık daha iyi birine dönüşüyor.

    İkinci kısımda bakış açısının ne kadar değiştiğini daha iyi anlıyoruz. "Burası hep böylemiydi?" ve "eski masam bile, günışığı bile özel görünüyor" gibi sözlerle bunu açıkça görüyoruz. Bu kısımda en çarpıcı kısım ise "bazen anlamamız lazım. bozuk olan güzeldir." Burada bozuk olarak çevirmek sanırım en doğrusu ama asıl bahsedilen şey kimsenin ve hiç bir şeyin mükemmel olmadığı ve bunun kötü bir şey olmadığı. Aslında yıllardır BTS'in bize söylediği bir şey bu. Herkesin karanlık tarafları vardır. Bu karanlık taraflarımıza rağmen güzeliz ve kendimizi sevmeliyiz. Şarkıda bu bakış açısından  "Daha iyi bir yol buldum" diyerek bahsediliyor.

    "Bazen bu oda duygusal bir çöplük oluyor ve beni sarıyor." 

      Aslında bu karanlıkmış gibi görünen cümle çok pozitif bir anlam taşıyor. Çünkü burada her türlü duygunun reddedilmeden kabullenildiğini, yaşandığını anlıyoruz. Her türlü duygumuzu rahatça yaşayabildiğimiz, kendimize yalan söyleyip, kandırmak zorunda olmadığımız bu oda bizim güvenli alanımız. Bizi bir dost gibi sarıyor, sarılıyor.

    Bir de şarkıda benim de Twitter sayesine öğrendiğim bir detay var. J-hope'un kısmında televizyon sesinden bahsettiği bir bölüm var. O bölümü dikkatli dinlerseniz fonda belli belirsiz bir televizyon sesi duyuluyor. O ses aslında bir haberden alıntı ve hala virus için bir tedavi bulunamadığı söyleniyor. Bunu öğrendikten sonra bir daha o kısmı tüylerim diken diken olmadan dinleyemedim. Ufak detayların ne kadar etkili olduğunu gösteren müthiş bir örnek.

BLUE & GREY

    BE albümündeki en üzücü, en karanlık ve en duygusal şarkı muhtemelen Blue & Grey. Yine de ne kadar karanlık olsa da içinde umudu barındıran bir şarkı. Zaten bu albüm için aksi söz konusu olamazdı çünkü tüm albümün ilettiği mesaj adı gibi " olmak" ve " ana şarkısı gibi " hayata devam etmek." Dolayısıyla BTS bize bu albümde içinde umut barındırmayan hiç bir şey vermiyor. Tüm albüm aslında Covid-19 ile bağlantılı, evet. Ama asıl temanın umut olduğunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum.

    Şarkı kısacası mutlu olmak isteyen birinin ya da birilerinin hikayesi. Aslında albümün ilk şarkısı olsa  kronolojik olarak bir korona günlüğü gibi okuyabilirdik albümü. En depresif zamanlardan sonra fly to my room ile kabullenme ve life goes on ile artık umudun her yerde olması...Bu sırayla düşündüğümüzde albümü bir film gibi izlemek mümkünmüş gibi geliyor.

    Mavi hüzünü temsil eden bir renk. İngizlice halk dilinde doğrudan üzgün kelime yerine bile kullanılan bir kelime 'blue'. Gri ise renksiz. Stabil bir duygusuzluğu, donukluğu temsil ediyor. Yani burada mavi ve gri hissetmek sürekli, sabit bir şekilde üzgün hissetme halini temsil ediyor.

" Nereden itibaren yanlış oldu bilmiyorum. Gençliğimden beri kafamda bir mavi soru işareti vardı. Belki de bu yüzden bu kadar set yaşıyorum. Ama geriye dönüp baktığımda, kendi kendimleyim. Beni yutan bu puslu gölge, o mavi soru işareti hala var. Bu anksiyete mi yoksa depresyon mu acaba? "

    Suga'nın bu kısmında daha önce 'the last' , 'so far away' , 'strange' gibi bir çok şarkısında bahsettiği, bu yüzden aşina olduğumuz, küçük yaşlardan beri başa çıktığı depresyon, opsesif komposif bozukluk, sosyal anksiyete gibi hastalıklardan bahsettiğini görüyoruz. Pandemi sürecininde bu sorunlarla hala mücadele ettiğini çekinmeden bizimle paylaşıyor.

" Durduğum bu zemin çok ağır hissettiriyor. Kendi kendime şarkı söylüyorum. Sadece mutlu olmak istiyorum çok mu açgözlüyüm? "

    Burada ben bahsedilen zeminin kariyer olarak geldikleri nokta olduğunu düşünüyorum. Artık neredeyse tekelleşmiş bir başarı söz konusu.BTS neredeyse her ödülü alıyor, her rekoru kırıyor. Hedefledikleri en büyük başarı olan Grammy ödülüne de adaylık alarak artık ulaşabilecekleri en yüksek noktaya sadece bir basamak uzaktalar artık. Ve bu kadar başarıya sahip olmalarına rağmen etraflarında olmadığı için yalnız hissediyorlar. Yükseklerde tek başlarına duruyorlar. Bu "kendi kendime şarkı söylüyorum" diyerek anlatılmaya çalışılmış gibi. Başarının yalnızlığı ve ağırlığı çok etkili. Bunlarla mutlu değiller ama mutlu olmak istiyorlar. Bu kadar üne, başarıya rağmen mutsuz olup mutluğu arzulamak kendilerini suçlu hissetmelerine neden oluyor. Bu suçluluk duygusunda daha önce de çok bahsettiklerine şahit olduk. Aslında ünlülerin hayatlarının, özellikle de böyle BTS gibi korkunç üne sahip kişilerin hayatlarının zannedildiği kadar kolay ve parlak olmadığını popüler tarih boyunca çokca gördük. Elvis Presley, Marilyn Monroe, Michael jackson, Kurt Cobain gibi ünlülüğün en üst noktalarına ulaşmış kişilerin hikayelerinden bu konularda fikir edinmek mümkün.

    Şarkının en karanlık cümlelerinden biri " bana herşey yolunda deme çünkü her şey yolunda değil" oysa ki bu cümle yine kabullenme ile ilgili. Fly to my room'da olduğu gibi duyguları inkar etmeden, saklamadan, halı altına süpürmeden yaşamak ve kabullenmek gerektiğini anlatıyor. Aslında çoğumuz kabul etmeliyiz ki bize nasılsın diye sorulduğunda iyi olmadığımız halde iyiyim diye cevap veriyoruz. Bu artık sadece dilimize oturmuş bir şey olmaktan çıkıp ruh halimize de yansıyor ve istemsizce olumsuz şeyleri hep göz ardı etmeye çalışıyoruz. Bu göz altı ettiğimiz sorunlar zamanla büyüyor ve başa çıkılması çok zor bir hale gelebiliyor. Tıpkı birazdan bahsedeceğim bir gri gergaden gibi...Oysa ki bir şeyin varlığını inkar ederek onu düzeltemeyiz. İşte "her şey yolunda değil" derken aslında bir farkındalık söz konusu.

"Gri gergedan yaklaşıyor ve ben görüşüm bulanık bir şekilde öylece duruyorum."

    Gri gergedan aslında Covid-19'a takılan bir isim. Sadece Covid-19'a değil başka şeyler için de bu benzetme yapılıyor. Kısaca bahsetmem gerekirse; bu benzetme ilk olarak Michele Wucker diye Amerikalı bir yazarın kitabında kullanılıyor. Kitabın Türçe çevirisi malesef yok ama adını şöyle çevirebilirim: 'Gri gergedan: Görmezden geldiğimiz bariz tehlikeleri nasıl tanırız ve nasıl davranırız?' Aslında bu kitabın adı gri gergedanın anlamını da bize açıklıyor; 'gözümüzün önünde olan ve varlığı su götürmez tehlike' demek. Dediğim gibi, sadece günümüz Korona Virus'ü için kullanılmıyor. Küresel ısınma, siber güvenlik, dünyadaki su sorunu, ekonomik dengesizlik gibi sorunlar için de bu benzetme kullanılıyor. Bu kısımda görüşünün bulanık oluşunu belirtmesi de gergedanlarının görme yetisinin çok zayıf olmasından kaynaklı. Ayrıca Eugene Ionesco'nun 'Gergedanlar' adında çok meşhur ve muhteşem bir oyunu vardır. Oyunda gergedanların, neredeyse gözlerinin önündekilere göremeyecek kadar kör olamaları özelliklerini metaforlaştıran bir hikaye anlatılır. Şahsen Michele Wucker'ın bu benzetmeyi yaparken Ionesco'dan esinlenmiş olabileceğini düşünüyorum.

"Kendi kendime şarkı söylüyorum. Uzak bir gelecekte, gülümsediğim zaman sana bunu söyleyeceğim."

    Son nakarattaki bu söz şarkıdaki en aydınlık söz olabilir. Uzak bir gelecekte de olsa bir gün gülümseyeceğini biliyor ve bekliyor. İşte bu şarkıdaki umudu çok güzel gösteriyor. Ve aslında bizlere de o günler geri kaldığında bunu bize göstereceğini, bir nevi acısını çıkartacağımızın haberini veriyor. Bu şarkıyı yazan V, bu arzusunu Weverse'de yayınlanan röportajının başlığında bile görebiliyoruz. "Keşke Army'le tekrar bir araya gelebilsek, beraber gülerek."

    Şark V'nin kadife gibi sesiyle şöyle bitiyor: " gizlice havadaki sözcükleri topladıktan sonra gün ağırırken uykuya dalıyorum. iyi geceler."  Havadan topladığı sözlerin bu şarkının sözleri olduğunu mu anlatıyor bize? Ben şahsen hipnotize olmuş gibi oluyorum bu kısımda. Kendimi bıraksam iyi geceler dediği an uykuya dalabilirmişim gibi hissediyorum. V, Weverse'deki aynı röportajında bu kısımla ilgili şöyle diyor: "Pek iyi uyuyamıyorum. Sürekli dönüp duruyorum ve bir sürü düşünceye kapılıyorum. Tüm ışıkları kapatsam bile her şeyi açıkça görebiliyorum. Gözlerimi kapatıyorum ama bütün düşüncelerim açılıyor. Sonra da çalışırken uykusuz oluyorum ve gözlerimin altındaki torbalarla, yalnızken öylece boşluğa bakakalıyorum. Ama bu durumdan uzaklaşmak istiyorsam o zaman gerçekten uyumam lazım. Fakat, olduğum kişi böyle yapmama izin vermiyor. Şarkının ilk ve ikinci kısmında bunu yazdım. ' Böyle düşüncelere takıldığımda herşey gri ve ben masmaviyim. ' gibi hisler. Bu duygularımı şarkı olarak yazdım ve şimdi bunlar hakkında tekrar düşündüğümde aslında bunu atlattığımı görüyorum. Kendimi çok daha hafif hissediyorum. Düşüncelerimi havaya yolladım ve şimdi gün ağarırken uyuyakalıyorum. Akşam uyumanız gerekir ama ben yine sabah uyuyorum. Bu yüzden ' iyi geceler' diyorum ama aslında iyi bir gece değil. ' Çok yorgun olduğum için kendimden geçiyorum' gibi bir şey. O sırada anlatmak istediğim bu gibi duygulardı." ( Ropörtajın tamamına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. )

SKIT

    Skit parçalar Hip Hop kültürüyle başlamış ancak daha sonra farklı müzik türlerindeki albümlerde de yer almaya başlayan, genelde sanatçıların kendileri tarafından seslendirilen, kısa ve genellikle komik konuşmalardır. 

    BTS'ın eski albümlerinde de farklı konular hakkında konuştukları Skit parçalar bulunmakta. Bu albümdeki Skit'in konusu ise albümün son parçası olan ve daha önce single olarak piyasaya çıkan Dynamite parçasının Billboard Hot 100 listesinde birinci olması. 

    Konuşmalarda üyelerin birbirleriyle şakalaşmalarını, haberi öğrendiklerinde ne yaptıklarını, nasıl öğrendiklerini, o günkü programlarını ve başka şeyleri daha öğreniyoruz. Dinlemesi çok eğlenceli ve şahsen skitlerin hayranıyım. Türkçe çevirisinin olduğu videoyu yukarıda görebilirsiniz. Tavsiye ederim. 

TELEPATHY (잠시) 

    Telepathy'yle beraber albümün müzikal olarak daha duygusal tarafına veda ediyoruz. Bundan sonraki tüm parçalar yüksek tempolu ve yerinde duramayacağınız tarzda olacak.

    Telepathy sözleri itibariye bize yine pandemi sürecinin getirdiği zorluklardan sözediyor. Ama buna rağmen çok pozitif ve eğlenceli bir şarkı. Pandemiyle beraber neyle dolduracağımızı bir türlü bilemediğimiz boş zamanların güzel bir hediyesi bize sanırım. Çünkü şarkının başında Suga " Bol zamanım sayesinde bu şarkıyı yazıyorum." diyor. Albümün canlı yayınında Jimin'in anlattığına göre bu şarkıyı ilk 'In the soop'u çekerlerken duymuş. Suga'nın eskiden yaptığı bir şarkıymış ve öyle kenarda köşede duruyormuş. Jimin çok beğenince üzerine çalışmaya başlamış ve sonunda Telephaty olmuş. Şarkının korece adı 잠시 yani dur, bekle anlamında, bi dakika demek. Şarkının içinde de çokça geçen bir kelime. Ayrıca Telepathy sözleriyle doğrudan fanlara hitap eden bir şarkı.Nakaratta "seninle olduğum zamanlar en mutlu olduğum zamanlar" diyor. "Yaşamlarımız ne kadar farklı olsa da sen benim en sevdiğim kişisin diyor."

    " Mavi denize gidelim", "denizin ortasındaki o küçük ada" gibi gözlerle sürekli bir deniz özlemi görüyoruz parçada. Bunlar hem BTS şarkısı Sea'ye hem de BTS Universe'ten aşina olduğumuz denizli sahnelere gönderme. En mutlu zamanlarını hep deniz kıyısındaki anılarıyla hatırlayan BTS yine denize geri dönmek istiyor.

    Benim bu şarkıda en sevdiğim kısım RM'in kısımları ve aslında en gözden kaçmaya müsait kısım olduğunu düşünüyorum. RM, Koreli ya da yabancı farketmez herkes tarafından kelimelerle arası çok iyi olarak biliniyor. Biz Kore diline hakim olmayan insanlar RM'in zekasının sadece bir kısmını anlayabiliriyoruz malesef. Bu şarkıdaki sözleri de o zeka dolu kelime oyunlarından bazılarını içeriyor. Mesela doğrudan çevirirsek "yürürken düşündüğüm bu yıldız, bize izin veren - yürümemize- yolumuz." diye bir kısım var. Korecesi kulağa çok hoş geliyor çünkü kafiyeli. Bu kısımdaki zeka, yazılı haliyle söylendiği hali arasında anlam farkı olmasından geliyor. Cümledeki "bu" kelimesi - korece okunuşuyla 'i'  ve " yıldız " kelimesi  - korece okunuşuyla byol-  birleşik bir şekilde tek bir kelime halinde yazıldığında - korece okunuşuyla ibyol- "ayrılık" anlamına geliyor. Yani bu cümle aynı zamanda tamamen farklı bir anlama gelerek "yürürken düşündüğüm ayrılık, bize izin veren - yürümemize- yolumuz."  şeklinde de çevrilebilir. İlk anlamında yıldız fanları temsil ederken, ikinci anlamında pandemi dolayısıyla hayranlarıyla ayrı kalışlarını anlatıyor. 

 "Senin Bibilly Hills'in olabilir miyim aynı senin bana olduğun gibi"

    RM'in Telepathy'de ikinci bir kelime oyunu burada karşımıza çıkıyor. Burada Bibilly Hills denilerek Hollywood'da bulunan Beverly Hills'in adıyla oynanmış. 'Hill' Türkçe'de tepe anlamına geliyor. Tepe kelimesinin Korecesi ise 언덕 - Okunuşu ondeok- Eğer bibilly hills'i koreceye çevirirsek 비빌 언덕 - okunuşuyla bibil ondeok-  oluyor ve bu dayanacak omuz, yanında olan kişi anlamına geliyor. Yani RM burada yaptığı bu kelime oyunuyla hayranların hep onun yanında olduğundan ve onunda hayranlarının yanında olmak istedeğini anlıyoruz. RM bunu daha önce, bir önceki albümleri Map of the soul:7 'daki intro şarkısı olan Persona'da " ağladığında sana bütün omuzları vermek istiyorum" sözleriyle dile getirmişti.

DIS-EASE (병) 

    Dis-ease yapımında J-Hope'un olduğu bir parça ve J-Hope'dan alışkın olmadığımız karamsarlıkta sözler görüyoruz. Ancak şarkının hareketli olması bize çok hissettirmiyor. Şarkı boyunca işinden, başarılardan ve getirdiği stressten bahsediyor.

    J-Hope, Weverse yayınlanan röportajında önce şarkının nakartını yaptığını ancak çok eğlenceli olduğu için sözleriyle kontrast oluşturmak istediğinden bahsediyor. Eğlenceli bir şarkı yaparsa hislerini yansıtmayacağı için böyle bir yola gitmiş. Parça üzerine çalışırken ve tema hakkında düşünürken kendi deyimiyle 'bbyap bbyap bbyap' sesleri eklemiş. Bu sesler Korece'de hastalık anlamına gelen 병 - okunuşu byong- kelimesine benzeyince şarkının adının hastalık olmasına karar vermiş. Şarkının İngilizce adı ise yine hastalık anlamına gelen Disease kelimesinden geliyor. Araya konulan tire ile aynı zamanda 'bu  rahatlama" anlamı da elde edilmiş. Şarkının adının konulmasıyla temada kendini belli etmiş. J-Hope bu süreci şöyle anlatıyor: "İş hakkında düşünebilmek için fazla meşgüldüm. Ama bildiğiniz üzere bu durum değişti ve artık yapamayacağımız bir sürü şey oldu. Çalışırken hep " Ah tatile ihtiyacım var." derdim ama ara verdiğimizde ağzımdan " Ah çalışmak istiyorum" sözü çıkıverdi! Bu beni üzerinde daha çok düşünmeye itti: " Bu beni neden rahatsız ediyor? Dinlenmek için fırsatın var, sadece dinlen işte. Neden bu koşullar altında çalışmak zorundaymış gibi hissediyorum? Bu bir mesleki hastalık mı acaba?" Bu parçamı, özellikle bu dönemde anlatabilirmişim gibi hissettim." (Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.)

"Evet ben hastayım. Ben işin ta kendisiyim."

    Dis-ease'de yine RM bize bir kelime oyunu yapıyor. Bu cümlede hasta kelimesi için İngilizce 'ill' kelimesi kullanılıyor. Bu kelime telaffuz açısından Korece'deki 'iş' kelimesiyle aynı. Bu cümlede J-Hope'un röportajında dediği gibi iş hastalıkla bağdaştırılıyor. Ama bu cümledeki tek kelime oyunu bu değil. Korece 'il' şeklinde telaffuz edilen bir kelime daha var. O da " bir" kelimesi. RM burada her ne kadar işiyle hastalığı aynı kefeye koysa da aynı anda işinde bir numara olduğunu da bize söylemiş oluyor. " Evet ben hastayım. Ben bir numaranın ta kendisiyim "

STAY

    Jungkook'un yapımında bulunduğu bu şarkı yine hayranlara seslenen sözlere sahip. Bu sefer BTS hayranlarından hep burada yani onlarından kalmalarını isteyerek sesleniyor. Aslında yalvarırcasına bir istek bu ve endişe ile yazılmış sözlerle elektronik dans türünde olmasına rağmen neredeyse hüzünlü diyebileceğim bir şarkı.

    "Kalplerimiz her zamankinden daha sesli atıyor." ve "Yıldızlar her zamankinden daha parlak" gibi sözlerle pandemi süreciyle hayranlarıyla bir araya gelemeseler bile aralarındaki bağın daha kuvvetli hale geldiği anlatılıyor. Telepathy'de RM'in kelime oyununda yaptığı gibi burada da yıldız hayranları temsil ediyor.

"Şu an seni düşünüyorum. Nerede olursan ol farketmez. Biz birbirimize 7G ile bağlıyız. Bu dünyanın sonu değil. Gelecek, inci gibi parlıyor. Bunlar sadece bir kaç kriz. Ben seni değiştireceğim."

    RM burada bir kez daha kelime oyunlarıyla zekasını gösteriyor. Hayranlarıyla her nerede olurlarsa olsunlar 7G internetle bağlıymışcasına kuvvetli bir ilişkileri olduğundan bahsediyor. Her BTS üyesinin bu bağlatıyı güçlü hale getirdiğinin altının çizilmesi için yedi rakamı seçilmiş.Aynı zamanda pandemi döneminde internetin birbirimizle iletişimde olabilmek için önemini vurgulamış. Bunu BE albümü çıkmadan çok kısa bir süre önce verdikleri online konserde hem hayranları hem de BTS daha iyi tecrübe etti. Bu konser sırasında hayranlarını teknoloji ve internet sayesinde hayranlarını tek tek, sanki oradaymışcasına görebilme imkanı buldular. 

    Devamındaki "Bu dünyanın sonu değil. Gelecek, inci gibi parlıyor." kısmında yine bu zor zamanların geçeceğine dair olan inanç ve geleceğin parlak olduğuna dair olan, tüm albümde izini gördüğümüz umut var. Ancak burada 'gelecek' kelimesi için kullanılan İngilizce 'Present' kelimesi aynı zamanda 'hediye' anlamına geliyor. Geleceğimiz bize hediye olarak geliyor. Bu kriz anlarındaki kötü ruh halimizi de BTS değiştirecek." Bunlar sadece bir kaç kriz. Ben seni değiştireceğim."

    BTS, bu albümle yine bu albümde hayranlarına verdikleri iki vaadi de çoktan yerine getirdi. İlki Telepathy'de vaad edilen dayanacak bir omuz olmak, ikincisi ise Stay'deki karanlık ruh halimizi değiştirme vaadi. 

    Yolunuzun kesiştiği ve merhem olduğunuz herkes adına, teşekkürler Kim Namjoon, Kim Seokjin, Min Yoongi, Jung Hoseok, Park Jimin, Kim Taehyung, Jeon Jungkook. Teşekkürler BTS.








26 Ekim 2020 Pazartesi

PASİF NEFES

    Bir film, bir dizi izlerken, üzüldüğüm, eğlendiğim, mutlu olduğum, ilham aldığım, korktuğum oldu. Ama dün ilk defa sinirlendim. Bir film izlerken sinirlenebileceğimi, çığlık atmak isteyebileceğimi tahmin etmezdim.

    "The trial of the Chicago 7"




    Sonra Grand Army High School'u izlemeye başladım. Yine aynı duygu...Ekrandan içeri girip, oradaki karakterlere bağırmak, itmek, küfür etmek, tokat atmak istedim.

    Neden sinirlendim ki?

    İzlediğim iki şeyde de adaletsizlikler, haksızlıklar var. Haklı olanlar haklarını ispat edemiyorlar. Her şey ortada olsa bile güçlü olan kazanıyor. Haksızlığa uğrayanlar tüm cesaretlerine rağmen kaybediyor hatta cezalandırılıyorlar. Belki de hayatları boyunca pansuman etmelerine rağmen iyileşmeyecek yaralar alıyorlar.

    Sonra şunu düşündüm: Belki de benim bu hayattaki sınavım haksızlıklardır. Gül kendine'de dediği gibidir belki:

"Yenilmesen hiç büyümezdin"


    Benim yenilmelerim adaletsizliklerdir belki de...

    Adaletsiz sınavlar...Torpilli yetenek sınavları..

    İşimi yapmaya çalışırken ve başkaları aynı işe bu özveriyi göstermezken, sorumluluğumdaki insanlara bunu dile getirdiğimde, beni fazla ciddiye almakla, agresif olmakla suçlayanlar... Evet Senem haklı, işimizi düzgün yapmıyoruz diyen kimsenin olmaması...

    Hülya Hoca açık açık yapmadığı dersin parasını okuldan çatır çatır alırken ve benim o derse girmediğimi iddia ederken, tüm sınıfın oylama yapıp F almamı istemeleri...Dekan, Rektör, danışman hocalar dahil herkesin Hülya Hoca'nın tarafını tutması...Babamın bile sadece "orta" yolu bulmaya çalışması...Senem haklı, hoca dersinin olduğu günler okula bile gelmedi diyen kimsenin olmaması...

    Bitirme projesinde eksiksiz katılımlarıma, başkalarının üstlenmediği sorumlulukların üstlendiğimde ve oyunu hatasız tamamlamama rağmen, ezber unutan ve gülmemesi gereken yerde gülen partnerimin benden daha iyi notla mezun olması...

    Aynı sınavın iki farklı kolu olmasına rağmen Genel Kültür sınavı bitmeden, yetenek sınavını başlattıkları için sıram geçince ben sıranın başlarında olmama rağmen en sonuna atıp 5 saat beklettiklerinde...Sınav bitmeden başladınız, hala genel kültür sınavında olanlar var diyen kimsenin olmaması...

    Bana tebrikler %100 burs kazandınız dediklerinde ve bursu kaybetmemek için diğer okullardan vazgeçip kayıt yaptırmaya gittiğimde kusura bakmayın yanlışlık olmuş demeleri. Bölüm başkanının gülerek arkadaşların şaka yapmıştır demesi...

    İ*****'nın annesi paranı yollayacağım diye söz verdikten sonra parayı hiç bir zaman yollamadığı gibi üzerine tehdit etmesi...Zaten İ*****'nın tüm yaptıkları...

    Sadece iki hafta vaktim varken klavyesindeki bir iki tuş basmıyor diye tamire verdiğim laptopun bana bozuk teslim edilmesi...Üzerine hiç bir şey olmamış gibi tamir edelim gerekli parçalar 2-3 haftaya gelir demeleri...Yeni laptop almak zorunda kalmam...

    Emek verip, ücret almadan çalıştığım Moulin Rouge - Roxenne performansının görüntülerinin hiç bir zaman verilmemesi...

    Öyle bir talebim olmamasına rağmen her yıl " seneye x oyununu yapıyoruz sen bilmem ne karakterisin" diyerek başrol vadeden ama hiç bir zaman baş rolü bana vermeyen hocam...

    D***** beni defalarca aldatmasına rağmen daha sonra benimle olan ilişkisi için hayatımın hatasıydı demesi...

    Yaptığım içeriklere gelen yorumlarda hiç söylemediğim şeylerin söylemişim gibi yazılması...

    Sırf hocamdan hoşlanmadıkları için beni almayan castlar, oyunlar, okullar...

    Gece ses yaptıkları için defalarca uyardığım komşularım tarafından defalarca hakarete uğramam, tehdit edilmem ve üzerine benim huzursuzluk çıkartan kişi ilan edilmem.

    Sinema ve tiyatrolarda telefonlarıyla oynayanları ve yasak olmasına rağmen video çekenleri uyardığımda aynı şeyi yapmaya devam etmeleri ya da terslemeleri...Hatta üzerime yürünmesi, küfürler edilmesi ve salonda kimsenin beni savunmaması...

    Acaba ilk hangi adaletsizlik bende tramva yarattı?

    Acaba anca hayattaki 31. yılımda ne kadar haklı olursam olayım en yanımda olur diye düşündüğüm kişilerin bile beni savunmayacağını anlamış olmam mı o filmi, o diziyi izlerken sinirlenmeme neden oldu?

    Yoksa en temel haklarımın bile aslında hakkımmış gibi yaptığı canım ülkemde doğduğum an bu sinir bana yüklenmiş miydi?

    Bugün dolar 8, Euro 9, Sterlin 10 TL'ydi. Galiba kafese kısıldık.

    Ve tüm bu bahsettiklerim ve dahası beni pasifleştirdi.

    Ya kendimden ödün vereceğim ya da sistemin çarkındaki dişlilerden biri olacağım.

    Ben ikisini de yapmıyorum. Ben sadece nefes almayı seçiyorum.

    Pasif...Öyle nefes alıyorum işte...

    Bazen de yazıyorum.






21 Ekim 2020 Çarşamba

Mektup (21.10. 2020)

 

Senem,

    Sana hatırlatmak istediğim şeyler var. Kendini her zaman başkalarının yerine koymayı çok iyi başarıyorsun ama kendine karşı empati kurmada, kendini anlamada berbatsın. Bu yüzden sana bu mektubu yazmaya karar verdim.

    Senaryo yazım dersleri aldığın dönemde "en iyi ve en kötü anınızı yazın" ödevini yapmakda çok zorlanmış, ne en iyi ne en kötü anını hatırlayamamıştın. Bir süre hayatının çok monoton olduğunu düşündün ama sonra Gizem sana hatırlattı. O zaman şöyle düşünmüş ve farkına varmıştın: İyi ya da kötü, duygularımı çok uçlarda yaşadığım için bir şekilde onları unutmaya yöneliyor olmalıyım. İyi anları onları tekrar aramamak için kötü anları onlarla yaşamamak için... Hala hafızan hemen hemen aynı çalışıyor. Ama hatırlamada artık daha iyisin. Özellikle kötü anları... İyileri hala hatırlamaman ve üzerine kötüleri unutmamaya başlaman sana hiç iyi gelmedi. Haklıydın, her şeyi çok uçlarda yaşıyorsun. İyi şeylerde o an sana çok iyi gelirken, kötü şeylerde bir o kadar kötü geliyor. Ama elindekileri kaybedince, yok olunca, o senin hayatını kocaman bir şekilde kaplayan şey gidince geriye hiç bir şey kalmıyor.

S******'la beraberken böyle oldu.

Tiyatroyla böyle oldu

D*****'la böyle oldu.

Seul'deki hayatında böyle oldu.

Üniversite dönemindeki gece hayatında böyle oldu.

Yemeklerle ilişkinde böyle oldu.

Kore'yle ilişkinde böyle oldu.

Kpop'la ilişkinde böyle oldu.

İ*****'yla böyle oldu.

H****'la (A****) böyle oldu.

Bunları o kadar büyük yaşadın ki...Yaşıyorsun ki...Orada olmadıklarında geriye hiç bir şey kalmıyor.

    Geçen yıl A****'le kavga ettiğinizde en zor zamanında sığınabileceğini düşündüğün bir kişi eksildi. Bir kaç gün önce aynı şeyi **** ve *****la yaşadın.

    Şu an gerçek anlamıyla kendinden başka kimsenin senin yanında olmadığını ve olmayacağını sindirmeye çalıştığın bir dönemdesin. O yüzden beni iyi dinle. Çünkü ileride yine unutabilirsin. Daha kötü günler yaşayabilirsin. O zaman kendine ihtiyacın olacak. Seni sadece sen yaşatabilirsin.

    Senin bozulmamış. çok güzel bir dostun var. Bu bir başarı. Bu başarının yarısı Gizem'in yarısı senin.

    Sen kolay vazgeçen biri değilsin. Sevdiğin şeylere de, insanlara da sonuna kadar değer veriyor ve onlar için çalışıyor, çabalıyorsun. Kaç kişi on yıl iş bulamadığı bir mesleğe bağlı kalabilecek kadar dirayetli?

    Sen sigarayı bıraktın. Hem de pat diye. Hiç " gerçekten" bırakabileceğini düşünmedin ama GERÇEKTEN bıraktın.

    Sen D***** gibi, İ***** gibi kimsenin hayatıyla oynamadın. Kimsenin duygularıyla oynamadın, kimseyi manipüle etmedin. Kimseyi göz göre göre zor durumda bırakmadın. Yapabilirdin. Yapsaydın bazı şeyler daha kolay olurdu. Ama yapmadın. Kendinle gurur duymalısın.

    Sen çatır çatır neredeyse dört dil konuşabiliyorsun. "Kore mi? Neden Kore, başka yer mi yok?" diyenle şimdi Kore'ye hayranlıkla bakıyor. Sen vizyonu olan, ileri görüşlü birisin. Aferin. O sözler seni yıldırmadı.

    Sen her fikre açık, her görüşü anlamaya çalışsan, farklılıklara saygılı birisin. Sen tanıdığım en farklılıklara açık kişisin. En sevdiğim yanın bu.

    Sen tek başına resim, çizim, heykel, gitar, piyano vs gibi bir sürü şey öğreniyorsun. Sürekli okuyorsun, araştırmalar yapıyorsun. Sen odanda boş boş oturmuyorsun. Sen sürekli öğreniyor ve gelişiyorsun. Sen farklı şeyler deneyimleyerek, okuyarak ve öğrenerek, o kadar çeşitte, o kadar sayıda, o kadar farklı insanı bünyene katıyorsun.

    Sen yalnız kalabiliyor, kendinle baş başa olmaktan sıkılmıyorsun. Başka insanlar kim olursa olsun birini isterken, sen buna ihtiyaç duymuyorsun. Kendini sevmenin en büyük adımı bu değil mi? Kim sevmediği biriyle sürekli yalnız kalmaktan hoşlanır ki?

    Sen gereksiz su harcamamaya çalışıyorsun. Çevre için elindeki seçeneklerin en iyisini kullanıyorsun. Kendini gereksiz atıklardan ve zarardan daha fazla uzak tutmanın yollarını arıyor ve buna adapte olmaya çalışıyorsun.

    Sen eğer ortada yanlış bir şey varsa söylüyor, düzeltiyorsun. He deyip geçmek sana o fikri yaymak gibi gibi geliyor. Sen elinden geleni yapıyorsun. Helal olsun.

    Sen iki üniversite bitirdin. İkinciyi okuma cesaretini gösterdin.

    Sen hem oyunculuk, hem reji asistanlığı, hem sahne amirliğini ayı anda yaptın. Dekor boyadın, aksesuar- kostüm alışverişine gittin, amelelik yaptın, organizasyon ekibinde çalıştın, kulüp sekreterliği yaptın.

    Refik Erduran sana çok iyi bir yazar olabileceğini söyledi. Senin yazdıklarından etkilenen ve daha çok yazması isteyen bir çok insan var.

    Haldun Dormen onlarca kez seni ve performansını övdü. Sana " harika bir Evita'ydın" dedi.

    Sen gitmeyi çok istediğinde bile yaşamayı tercih ettin.

    Sen iyi, azimli, güzel, saygılı, açık görüşlü bir insansın. Bunları sana kimse hatırlatmasa da sen kendine hatırlatmalısın.

    Hiç bir dış etkenin seni uzun süre etkilemesine izin verme. Bir iki gün sıkıl, üzül, ağla sonra kendini toparla. Nasıl olsa unutmuyor musun? O yüzden hayatını uzun vadede etkilemesine izin verme. Zaten hayatta kontrol edemediğin ve edemeyeceğin onlarca şey varken sen kendini kontrol edebilirsin.

    Kendinde memnun olmadığın şeyleri değiştirmekten asla vazgeçme. Kötü alışkanlıklarını bırakmaya çalışırken ve yerine iyilerini koymaya çabalarken kendinle sürekli kavga halindesin. Kötü alışkanlıklarına her teslim olduğunda kendine acımasızca davranacağına onlara teslim olmamak için kendine acımasızca davran. Kimse sana başarılarının ödülünü vermiyor ve vermeyecek. Hele ki böyle kişisel başarılarının kimsenin umurunda değil. O yüzden kendini başarısızlıklarında hırpalama. Sabırlı olmaya çalışırken hırpala, debelen, savaş. Elinden geleni yapıyorsun. Sonucunu da alacaksın. Bunu da unutuyorsun ama evet, çalışırsan, çabalarsan karşılığını alacaksın.

    Senem, artık korkma. Korkularını unutma ama onlarla yaşamayı artık bırakman lazım. Herkes unutabilir ama senin unutma gibi bir lüksün yok.

    Sen fazla paran olmasından bile korkan birisin. Sen yemeğini yiyebil, kitabını alabil, bir kaç kere tiyatroya, sinemaya, konsere gidebil, çatın olsun, bir kaç yılda bir sefa yapabileceğin bir birikim yapabil istiyorsun. Fazlası seni korkutuyor. Senin hayattan beklendin sadece bu.

    Senin bu güzel taraflarına gözlerini kör edip, gölgelerinden ve şeytanlarından başka bir şey göremeyenlerin, seni böyle kabul etmek istemeyenlerin seni etkilemesine izin verme.

    Sen Senem'sin. Sen sana vermedikleri o isimsin. Sen Agrin'sin.