Biraz önce
hayatımda izlediğim en güzel şeylerden birini bitirdim. Canım sıkıldığı için
Netflix’te öylesine tıkladığım bir film. Bir Kore filmi. Adı Tune in for love.
Neredeyse tüm film boyunca “böyle
bir film yapmak istiyorum” , “böyle bir hikaye yazmak istiyorum” diye düşünüp
durdum. Filmi izlerken o kadar sıkıntılı hissettim ki nefes alabilmek için
durdurdum. Çok sıkıntılı, stresli, darlanmış hissettim izlerken. Ama tüm bu
negatif duyguların tersine çok sakin, son bahar gibi bir film. Got7’dan JB’nin
rainy şarkısı gibi bir film. Zaten film Coldplay’in fix you şarkısıyla bitiyor.
Çok sade, abartısız, çok hayattan
bir konusu var. Belki de çok düşünmemek, çok detaya düşmemek gerek… Ama nasıl?
Film çok güzeldi ama ben kendimi şu
an bok gibi hissediyorum. Bir kez daha çok yalnız olduğumu hissettim. Bir kez
daha hayatımda biri olmazsa eksik kalacağımı hissettim. Bunu kabullendim artık.
Ben, Senem Biricik hayatında birine ihtiyaç duyan biriyim.
Bugüne kadar o özel insan olamadım.
Hep hayatıma giren insanları özel insan yaptım. Belki de haksızlık ediyorum.
Belki ben de özel oldum ama özel yaptığım insanlar gibi davrandım ve bunu fark etmedim.
Fark ettiysem de umursamadım. Belki de onlar da benim şimdi hissettiğim gibi
hissetti. Belki hala içlerinden biri beni hatırlayınca acıyla gülümsüyor. Belki
de böyle bir şey yok. Olan şey benim yalnızlığım.
Yalnız olmam yetmiyormuş gibi bir de
kendimle kavgalıyım. Memnun değilim kendimden. Uzun zamandır memnun değilim
zaten. Ama ilk memnun olmadığımı anladığım zamanki Senem’le şimdi ki Senem
arasında hayli büyük değişimler var. Olumlu değişimler…Benim tercih ettiğim,
benim yaptığım, benim başardığım değişimler…Ama hala kavgalıyız. Biz
barışmadıkça yalnız kalmaya devam edeceğim galiba.
Tam tamına olmasa da daha sağlıklı
besleniyorum, biraz daha az kiloluyum, sigarayı bıraktım, düzenli olmasa da
strech/yoga ve meditasyon yapıyorum. Erken kalkıp erken yatmaya çalışıyorum.
Kendimi geliştirecek şeyler yapmaya çabalıyorum. Kil, hamur gibi şeylere
başladım. Yağlı boya ve tuvaller aldım. Yazma üzerine düşünüyorum, çizim ve
müzik üzerine düşünüyorum. Hatta bugün müzik prodüksiyonu programı indirdim ve
eğitim videolarından öğrenmeye çalışıyorum. Ama gerçekte ne yapıyorum?
Arkadaşlarım arasında bile yalnızım.
Önce ilkokulda H**** vardı. Sonra lisede G**** D. ve G*****, sonra Ç****, F***, D*******, sonra Z*****, sonra B*****, sonra İ*****…Sonra her şey
koptu. Her şey İ*****'yla koptu. Bir ara C*******, U***, V***, N**** grubu vardı. Bir gün bile sürmedi. İnsanlardan kendimi uzaklaştırıyorum.
Onlarda beni kendilerinden uzaklaştırıyor.
Gözlerim doluyor. Ağlamak istiyorum.
İnsanların televizyonda, internette orda burada ağlamanın onlara iyi geldiğini
söylediklerini hatırlıyorum. Ben onlardan değilim. Ağlamaya başlayınca kendimi
kaybedecek şekilde ağlar buluyorum kendimi. Yüzüm, gözüm, burnum her yerim
işiyor. Nefes alamıyorum. Başım korkunç şekilde ağlıyor ve çok ama çok mutsuz
hissediyorum. Ben ağlamamalıyım. Sonra toparlaması çok zor oluyor. O yüzden bir
an önce kendimle olan kavgaya son verecek adımları sağlamca atmalıyım.
Aklıma Zion T’nin uh huh
şarkısındaki söz geldi. Kabaca çevirirsem “Arkadaşlarım, artık telefonlara
cevap veriyorum o yüzden tekrar arkadaş olalım.”
애들아 난 요새 전화도 잘 받고
Uh 친구가 되어줘
Uh 다시 말해 친구가 되어줘
Uh 친구가 되어줘
Uh 다시 말해 친구가 되어줘
(Müthiş bir klip bu arada)
Zion T. İle doğum günlerimiz birebir
aynı ama ben...ben ne yaptım?
Bir
gün bir yerde birilerine şu yazdıklarımı hatırlayıp kendi başarımı öykümü
anlatabilecek miyim? Şimdi yazdığım şu cümleyi hatırlayıp gülecek miyiz?
Birileri beni kendi sayfalarına yazacak mı? Yazmaları bu kadar önemli mi? Büyük
insan olmak mı gerek? Azla mutlu olamaz mıyım? Az demek başarısızlık mı demek?
Hayır.
Az olduğu için değil… İstediğim şey bu olmadığı için mutsuz olurum. İstediğim
hayat bu olmadığı için mutsuz hissediyorum. İstediğim hayatta olmadığım için
başarısız ve yalnızım. Geçecek. Geçecek değil mi?