Geçen gün yayınladığım "Beni hatırladınız mı?" yazımda bahsetmiştim şimdi paylaşacağım günlükten.
Senaryo yazımı dersleri alıyorum ve geçen gün hocamız sınıfta bir uygulama yaptırdı. O hafta içinde seçtiğimiz bir günü masalsı bir dille yazmamızı istedi. Ben de yazdım. İşte o yazım...
* Yazının hakları alınmıştır. Çalmak isteyenlere ön uyarı =)
(Buralarda hava çok soğuk. Siz de çok şaapmayın, iyi giyinin.)
--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Uzun zamandır hiç olmadığı kadar
rahat bir uykuya dalmıştım. Bir an dalgaların denize vurma sesi uykumu çok daha
huzurlu hale getirdi. Bu sakinleştirici ses giderek yükseldi ve gözlerimi
açtım. Açmama rağmen neredeyse hiçbir şey görmedim. O an tamamen uyandım.
Dalgaların sesi hala kulağımdaydı. Rüya görüyor olmalıyım diye düşündüm ama
uyumuyordum ki! Denizin ferahlığını daha çok hissedebilmek için beni sıcak
tutan yorganı üzerimden attım ve serin havayı hissettim. Bir tek tuzlu denizin
kokusu eksikti. Yatağımdan doğruldum ve karanlık odamın içerisinde sesin
geldiği yöne doğru ilerledim. Ses penceremin tam dışından geliyordu. Evimizin
küçük bahçesindeki ağaçların gölgeleri odamın duvarlarında dans ediyorlardı.
Dört penceremden sadece her zaman kullandığımı açtım. Karşımda yan binanın
taşlı, kiremit rengi duvarı vardı. Soğuk hava birden önce yüzüme sonra tüm
vücuduma vurdu. Saniyeler içinde tir tir titreyecek kadar üşüdüm. Ama umurumda
değildi. Evimin önünde deniz olmadığını biliyorum. Hala uyumadığımı da biliyordum.
O zaman deniz neredeydi? Dalga sesi nereden geliyordu? Bunu öğrenmem şart.
Kafamı pencerenin dışına, dışa doğru bombeli trabzanına doğru uzattım ve sola
baktım. Ağaçların dalları bir sağa bir sola kuvvetle savruluyordu. Koca
gövdeleri bile hareket ediyordu. Dışarda büyük bir fırtına vardı. Duyduğum
dalga sesleri değil rüzgarın ve sallanan ağaçların sesiydi. Hem hiç sevmediğim üşüme hissiyatı hem de
deniz olmaması gerçeğiyle anlık bir hayal kırıklığı yaşadım. Sonra camı
kapattım, ev hırkamı giydim ve sesi dinlemeye devam ettim. Tekrar ısındığım
andan itibaren fırtınanın sesi benim için yine dalgaların sesi olmuştu.
Hayatta en sevdiğim seslerden
birini dinlemenin verdiği keyifle rahatladım ve açlığım beni tekrar gerçekliğe
döndürdü. Hava hala zifiri karanlıktı. Uykumu aldığım için havanın fırtınadan
dolayı hala aydınlanmadığını düşünerek saate baktım. Saat gece dörde gelmek
üzereydi. Bu kadar kısa süreli bir uykuyla tamamen dinlenmiş olmak beni
hafifletti. Geçtiğim birkaç haftada hayatımda olan bir iki ufak değişiklik beni
olumlu etkilemişe benziyordu. Gün içerisinde endişelerim devam etse de belli ki
bilinç altım bana her şeyin yolunda olduğunun mesajını veriyordu. Güzel bir
kahvaltının hayaliyle mutfağa gitmek üzere odamın kapısını açtım. Tam karşıda her
zaman kapısı açık olan odanın kapısını kapalı görünce daha da keyiflendim.
Amsterdam’da yaşayan abim bir gün önce gelmişti. Kapalı kapı gibi bir olumsuz
görüntünün hayatın cilvesiyle olumlu bir anlama yüklenmesini düşünerek mutfağa
indim.
Buzdolabını açtım ve annemin abim
geliyor diye onun için aldığı kahvaltılık malzemeleri gördüm. Sucuk, petek bal,
kaymak, bazlama ekmek, reçel, tereyağı… Abimin sevdiği her şey… Uzun zamandır
basit kahvaltılar etmeye kendimi alıştırmıştım. Ama abim sayesinde bugün krallara
layık bir kahvaltı yapabilirdim. Kore’deyken özlemini çektiğim sucuğu
yumurtanın içine katabilmek için dilimlemeye başladım. Her şeye ağlayabilen
gözlerim birden bire doldu. Abim sabah erken saatte kalkacak ve daha
kahvaltısını yapamadan yıllık kontörlü için hastaneye gidecekti. Zaten bunun
için İstanbul’a geri dönmüştü. Sevindiğim her şey kursağımda kaldı. Ama
kahvaltımı hazırlamaya devam ettim. Devam ettikçe kendime kızmaya da devam
ettim. O kahvaltı, o sucuklu yumurta uzun zamandır yediğim en berbat şey oldu.
Duygusal bir yiyici olduğum için her şeyi adeta çiğnemeden yuttum. Biran önce
odama , güvenli bölgeme dönmek istiyordum. Bulaşıkları sudan bile geçirmeden
mutfak lavabosunun içine bırakarak, hızla yukarı çıktım ve odama girip kapıyı
kapattım. Bulaşıkları öyle bırakmak sabah sabah annemi sinir edecekti. İlk
evladı, ölümle burun buruna gelmiş oğlu zorunlu kontörle gidecekti ve ben onu
bulaşıklarla daha da sinir edecektim. Kendime olan sinirim iyice katlandı.
Dalga sesi hala devam ediyordu.
Belki de hayallerime ulaşmama yardımcı olacak kitabı aldım ve sahte dalga
sesleriyle okumaya başladım. Kısa bir süre içinde her şeyi unuttum. Tekrar
mutluydum. Saat yedi buçuğa gelmek üzereydi. Önce babamın ayak seslerinin sonra
da annemin ayak seslerinin aşağıya inişlerini dinledim. Babam karşı odanın
önünde durdu ve abimin kapısını yavaşça açtı. Uyanması gerektiği halde onu
uyandırmaya korkarak kapıyı olabildiğince sessiz açması göğüsümde bir sıcaklık
yarattı. Kalbim büyümüş gibiydi. Kocaman olmuştu. Ona rağmen içindeki sevgi
sığmazcasına hala büyümeye çalışıyordu sanki. Babam kapıyı açında odasından
duşun sesi duyuldu. Abim uyanmıştı. Abim bu sabah ya geçmişe geri dönmeye ya da
geleceğe uyanmıştı. Acaba nasıl hissediyor diye düşünmeye başlayınca, kendimden
kaçabilmek için hemen yatağıma geri döndüm ve yorganımın altına girip, uyumaya
hazırlandım. Yorganımın altından arkadaşıma eve davet ettiğim bir mesaj attım.
Tüm gün boştum ve verimli bir gün geçirmek istiyordum.
Tekrar uyandığımda saat öğlene
geliyordu. Arkadaşım gelemeyeceğini yazmıştı. Sabahkinin aksine çok daha iyi
hissediyordum. Dalga sesleri kesilmişti. Belki de ben uyurken beni
iyileştirmişti. Evde yalnız olacak olsam da bunun benim için belki de daha iyi
olabileceği fikriyle yataktan kalktım ve uzun zamandır üzerinde çalıştığım
öykümün üzerinde çalıştım. Hayalleri, amacı olan biri olarak çalışmak beni her
zaman ki gibi kendimle gurur duymaya itmişti. Akşam olup da annem, babam ve
abim hep beraber eve dönene kadar bilgisayarın başından kalkmadım. Her yazdığım
kelime, her düşündüğüm diyalog beni filmlerde aydınlanan karakterler gibi
hissettiriyordu. Kendimi sanki dışarıdan görüyordum. Etrafımda bir ışık vardı.
Her şeyi yapabilecek güce sahiptim. Sokak kapısının açılma sesiyle ailemi
karşılamaya aşağıya indim. Her şey monotondu. Hiç birinin yüzünde ne mutlu bir
ifade ne de mutsuz bir ifade vardı. O gün gördüğüm en güzel şey bu
monotonluktu. Hayat yine olumsuzlukları pozitif bir şekilde karşıma
getiriyordu. Abim temizdi. Kanser geri gelmemişti.
Abimin dönmesiyle masadaki yerim
değişse de , yemek masasına hep beraber oturduk. Yine en çok ben yedim, yine
abim spora gitmem gerektiği hakkında dırdır etti. Babam yine bana möööö diyerek
kilolarımla şakalaştı. Bunlar başka zamanlarda sinir bozucu olabilirdi ama bu gün
her şey kulağıma güzel notalar gibi duyuluyordu.