27 Aralık 2018 Perşembe

Kuralsız günlük

Tekrar selamlar =)

Geçen gün yayınladığım "Beni hatırladınız mı?" yazımda bahsetmiştim şimdi paylaşacağım günlükten.
Senaryo yazımı dersleri alıyorum ve geçen gün hocamız sınıfta bir uygulama yaptırdı. O hafta içinde seçtiğimiz bir günü masalsı bir dille yazmamızı istedi. Ben de yazdım. İşte o yazım...

* Yazının hakları alınmıştır. Çalmak isteyenlere ön uyarı =)
(Buralarda hava çok soğuk. Siz de çok şaapmayın, iyi giyinin.)

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Uzun zamandır hiç olmadığı kadar rahat bir uykuya dalmıştım. Bir an dalgaların denize vurma sesi uykumu çok daha huzurlu hale getirdi. Bu sakinleştirici ses giderek yükseldi ve gözlerimi açtım. Açmama rağmen neredeyse hiçbir şey görmedim. O an tamamen uyandım. Dalgaların sesi hala kulağımdaydı. Rüya görüyor olmalıyım diye düşündüm ama uyumuyordum ki! Denizin ferahlığını daha çok hissedebilmek için beni sıcak tutan yorganı üzerimden attım ve serin havayı hissettim. Bir tek tuzlu denizin kokusu eksikti. Yatağımdan doğruldum ve karanlık odamın içerisinde sesin geldiği yöne doğru ilerledim. Ses penceremin tam dışından geliyordu. Evimizin küçük bahçesindeki ağaçların gölgeleri odamın duvarlarında dans ediyorlardı. Dört penceremden sadece her zaman kullandığımı açtım. Karşımda yan binanın taşlı, kiremit rengi duvarı vardı. Soğuk hava birden önce yüzüme sonra tüm vücuduma vurdu. Saniyeler içinde tir tir titreyecek kadar üşüdüm. Ama umurumda değildi. Evimin önünde deniz olmadığını biliyorum. Hala uyumadığımı da biliyordum. O zaman deniz neredeydi? Dalga sesi nereden geliyordu? Bunu öğrenmem şart. Kafamı pencerenin dışına, dışa doğru bombeli trabzanına doğru uzattım ve sola baktım. Ağaçların dalları bir sağa bir sola kuvvetle savruluyordu. Koca gövdeleri bile hareket ediyordu. Dışarda büyük bir fırtına vardı. Duyduğum dalga sesleri değil rüzgarın ve sallanan ağaçların sesiydi.  Hem hiç sevmediğim üşüme hissiyatı hem de deniz olmaması gerçeğiyle anlık bir hayal kırıklığı yaşadım. Sonra camı kapattım, ev hırkamı giydim ve sesi dinlemeye devam ettim. Tekrar ısındığım andan itibaren fırtınanın sesi benim için yine dalgaların sesi olmuştu.
Hayatta en sevdiğim seslerden birini dinlemenin verdiği keyifle rahatladım ve açlığım beni tekrar gerçekliğe döndürdü. Hava hala zifiri karanlıktı. Uykumu aldığım için havanın fırtınadan dolayı hala aydınlanmadığını düşünerek saate baktım. Saat gece dörde gelmek üzereydi. Bu kadar kısa süreli bir uykuyla tamamen dinlenmiş olmak beni hafifletti. Geçtiğim birkaç haftada hayatımda olan bir iki ufak değişiklik beni olumlu etkilemişe benziyordu. Gün içerisinde endişelerim devam etse de belli ki bilinç altım bana her şeyin yolunda olduğunun mesajını veriyordu. Güzel bir kahvaltının hayaliyle mutfağa gitmek üzere odamın kapısını açtım. Tam karşıda her zaman kapısı açık olan odanın kapısını kapalı görünce daha da keyiflendim. Amsterdam’da yaşayan abim bir gün önce gelmişti. Kapalı kapı gibi bir olumsuz görüntünün hayatın cilvesiyle olumlu bir anlama yüklenmesini düşünerek mutfağa indim.
Buzdolabını açtım ve annemin abim geliyor diye onun için aldığı kahvaltılık malzemeleri gördüm. Sucuk, petek bal, kaymak, bazlama ekmek, reçel, tereyağı… Abimin sevdiği her şey… Uzun zamandır basit kahvaltılar etmeye kendimi alıştırmıştım. Ama abim sayesinde bugün krallara layık bir kahvaltı yapabilirdim. Kore’deyken özlemini çektiğim sucuğu yumurtanın içine katabilmek için dilimlemeye başladım. Her şeye ağlayabilen gözlerim birden bire doldu. Abim sabah erken saatte kalkacak ve daha kahvaltısını yapamadan yıllık kontörlü için hastaneye gidecekti. Zaten bunun için İstanbul’a geri dönmüştü. Sevindiğim her şey kursağımda kaldı. Ama kahvaltımı hazırlamaya devam ettim. Devam ettikçe kendime kızmaya da devam ettim. O kahvaltı, o sucuklu yumurta uzun zamandır yediğim en berbat şey oldu. Duygusal bir yiyici olduğum için her şeyi adeta çiğnemeden yuttum. Biran önce odama , güvenli bölgeme dönmek istiyordum. Bulaşıkları sudan bile geçirmeden mutfak lavabosunun içine bırakarak, hızla yukarı çıktım ve odama girip kapıyı kapattım. Bulaşıkları öyle bırakmak sabah sabah annemi sinir edecekti. İlk evladı, ölümle burun buruna gelmiş oğlu zorunlu kontörle gidecekti ve ben onu bulaşıklarla daha da sinir edecektim. Kendime olan sinirim iyice katlandı.
Dalga sesi hala devam ediyordu. Belki de hayallerime ulaşmama yardımcı olacak kitabı aldım ve sahte dalga sesleriyle okumaya başladım. Kısa bir süre içinde her şeyi unuttum. Tekrar mutluydum. Saat yedi buçuğa gelmek üzereydi. Önce babamın ayak seslerinin sonra da annemin ayak seslerinin aşağıya inişlerini dinledim. Babam karşı odanın önünde durdu ve abimin kapısını yavaşça açtı. Uyanması gerektiği halde onu uyandırmaya korkarak kapıyı olabildiğince sessiz açması göğüsümde bir sıcaklık yarattı. Kalbim büyümüş gibiydi. Kocaman olmuştu. Ona rağmen içindeki sevgi sığmazcasına hala büyümeye çalışıyordu sanki. Babam kapıyı açında odasından duşun sesi duyuldu. Abim uyanmıştı. Abim bu sabah ya geçmişe geri dönmeye ya da geleceğe uyanmıştı. Acaba nasıl hissediyor diye düşünmeye başlayınca, kendimden kaçabilmek için hemen yatağıma geri döndüm ve yorganımın altına girip, uyumaya hazırlandım. Yorganımın altından arkadaşıma eve davet ettiğim bir mesaj attım. Tüm gün boştum ve verimli bir gün geçirmek istiyordum.
Tekrar uyandığımda saat öğlene geliyordu. Arkadaşım gelemeyeceğini yazmıştı. Sabahkinin aksine çok daha iyi hissediyordum. Dalga sesleri kesilmişti. Belki de ben uyurken beni iyileştirmişti. Evde yalnız olacak olsam da bunun benim için belki de daha iyi olabileceği fikriyle yataktan kalktım ve uzun zamandır üzerinde çalıştığım öykümün üzerinde çalıştım. Hayalleri, amacı olan biri olarak çalışmak beni her zaman ki gibi kendimle gurur duymaya itmişti. Akşam olup da annem, babam ve abim hep beraber eve dönene kadar bilgisayarın başından kalkmadım. Her yazdığım kelime, her düşündüğüm diyalog beni filmlerde aydınlanan karakterler gibi hissettiriyordu. Kendimi sanki dışarıdan görüyordum. Etrafımda bir ışık vardı. Her şeyi yapabilecek güce sahiptim. Sokak kapısının açılma sesiyle ailemi karşılamaya aşağıya indim. Her şey monotondu. Hiç birinin yüzünde ne mutlu bir ifade ne de mutsuz bir ifade vardı. O gün gördüğüm en güzel şey bu monotonluktu. Hayat yine olumsuzlukları pozitif bir şekilde karşıma getiriyordu. Abim temizdi. Kanser geri gelmemişti.
Abimin dönmesiyle masadaki yerim değişse de , yemek masasına hep beraber oturduk. Yine en çok ben yedim, yine abim spora gitmem gerektiği hakkında dırdır etti. Babam yine bana möööö diyerek kilolarımla şakalaştı. Bunlar başka zamanlarda sinir bozucu olabilirdi ama bu gün her şey kulağıma güzel notalar gibi duyuluyordu.


25 Aralık 2018 Salı

Beni hatırladınız mı?

Şaşırdınız değil mi? Ben de şaşırdım.

Hadi arayı kapatalım.

Kore'den döndüm. 9 ay oldu. Garip, hatta hassiktir lan ordan diyebilirsiniz ama döndüğüm için mutluyum. Hala bunu kendime söylerken bile şüpheleniyorum. Çünkü Türkiye'ye dönüyor olmak benim için iyi- olumlu bir şey asla olmazdı. Ama oldu. Bu Türkiye'den memnunum. Gitme sebeplerim ortadan kalktı anlamına gelmiyor tabi ki... Dönmüş olmam yenilgi de değil.
Sadece şanssızdım. şanssız ve salaktım. Dönmeliydim. Döndüm. İyi yaptım.

Daha dönmeden biletix'de gezinip liste yapmaya başlamıştım bile. Döner dönmez kendimi konserlere, tiyatrolara attım. Hala öyle. Hayatımda gittiğim konser- tiyatro sayısının toplamından daha fazla etkinliğe gitmişimdir şu geçen 9 ayda. Neredeyse her ay bir Mor ve Ötesi konserine gidiyorum. Siz bilmezsiniz ama benim en sevdiğim gruptur. İlk albümlerini aldığım yıl 1998-99. İlk konserlerine gidişim 2004. Sonra bir kaç yıl üstüste hep gittim konserlerine. Sonra okul,iş,tiyatro derken...Unuttum. Döndüğüm gibi Zorlu'daki konserlerine gittim. Tek başıma... Konser boyu ağladım. Onları bu kadar sevdiğimi, bu kadar özlediğimi hiç bilmiyordum. Sonra İstanbul'daki çoğu konserlerine gittim. Hala da gidiyorum. Daha geçen cumartesi gittim mesela =) Şu dünyada en sevdiğim şarkı dediğim 2 şarkı var. Biri Michael Jackson'ın Man in the Mirror şarkısı. Diğeri de Mor ve Ötesi'nin Balıklar şarkısı. Burak Güven şarkısıdır ve o söyler. Man in the mirror'ı canlı asla dinleyemeyeceğim. O yüzden Balıklar'ı canlı dinleyebildiğim kadar çok dinleyeceğim.

Sonraaaaa... Eylül müydü ekim miydi...Senaryo yazım dersleri almaya başladım. Uzun zamandır Bahçeşehir'de yaşıyorum ama aslında Şişli'liyim ben. O yüzden hiç bir zaman adapte olmamıştım buraya. Hiç arkadaşım ya da sosyal ortamım yoktu. Artık dersler sağolsun var. İlk defa arayıp hadi kahve içelim diyebiliceğim insanlar var çevremde.
Senaryo yazma işine gelince... Ben yazıyordum bir şeyler zaten. Az çok biliyorsunuz...Çok boştum. Sezon başlamıştı.İş bulamamıştım. Mesleğim olmayan her işi yapmayı reddettim. O yüzden karşıma bu çıktı. Bende tamam dedim. Belki senarist olurum...Bilmiyorum. Göreceğiz.
Bu derslere başlamadan bir kaç ay önce aklıma bir konu geldi ve onu yazmaya başladım. Ama yazıda aklımın içindeki şeyi tam olarak ifade edemediğimi farkettim. Şimdi o aklıma gelen konunun hikayesi üzerinde daha sistemli çalışıyorum. Senaryo değil ama roman da değil...Şu an hiç bir şey değil. Ama bir gün bir şey olacak.


(Ahanda güncel tipim...Bu nası sıfat aq?)

Ha...Buraya geri dönememin amacı...Senaryodan bir arkadaşım kendine blog açtı ve onu paylaştı. Bu günde buluştuk muhabbet ederken sen niye yazmıyosun dedi...Dedim benim blog var =) Bu bahaneyle geri dönmüş oldum. Bi de geçen hocamız bi çalışma yaptırdı...bir günümüzü masalsı bir dille yazdırdı.Bana sen günlük tutmalısın acayip şeyler çıkar dedi... Belki o günlüğü - sansürleyerek- burada da paylaşırım. Bilmiyorum. Her bokumu size yazamam. Bi de milletin yargılarıyla mı uğraşıcam.

Yeni yılda Youtube'a da geri dönmek istiyorum ama şu aralar hiç bir şeye yetişemiyorum. Arkadaşlarım buna bozulmaya başladılar ama anlatamıyorum onlara durumumu...Trip yemekten sıkıldım gerçekten. Ama şu an hayatımı düzene sokmamı anlayamayacak arkadaşlara gerçekten ihtiyacım yok. Yıllardır yaşadıklarımı, düşüncelerimi bilip de şu an ki durumumu anlayışla karşılamayacaklarsa zaten bu arkadaşlık değil menfaat ilişkisidir. Yine Gizem hep Gizem...Bi o anlıyor beni...Konuşamasak da görüşemesek de aramamasından anladığını anlıyorum ben onun...=) Ne kadar güzel ve saçma anlaşıyoruz amk =) Şimdi Gizem olmayıp bunu okuyan arkadaşlarım arıycak falan...Aramayın abi...Anlayın beni yeter o...Ben istemez miyim görüşmek? Ben ararım.

Youtube'a dönmek istiyorum ama her şeyi değiştiricem. Kanalın adını,konsepti vs...Dikkatli olanlarınız farketmiştir. Bazı videolar artık yok zaten...Genel bir temizlik yaptım. Daha detaylı bir temizlik daha yapıcam ve ACTR olarak ayrıca o videolar anı olarak kalacak kanalda...Sonra ne istiyorsam...AMA GERÇEKTEN ne istiyorsam onu yapıcam. Haberiniz ola...
Üşenirsin sen aq dediğiniz duyar gibiyim... Bu sefer gerçekten vakit yetiştiremiyorum. Ama yaparım ya heralde...

Şuraları biraz canlandıralım gençler...O hocamın istediği bir günümüzü anlattığımız yazımı paylaşmamı ister misiniz? İsteyen yazsın amk... Medyum muyum ben...
Hadi öptüm.