8 Aralık 2020 Salı

eğer istersek...


    

Tertemiz ve yemyeşil çimlerin üzerinde yatıyorum. Kulağımda bluetooth kulaklıklar.. Gökyüzü masmavi, açık. Bazen beyaz bulutcuklar süzülüyor. Hava soğuk değil ama terletmiyor. Sakin sakin rüzgar esiyor arada sırada. Müzik dinliyorum.

    Gözlerimi kapatıyorum. Göz kapaklarımdan güneşin ılıklığı geçiyor. Çalan müzik, o sesler tenime dokuna dokuna içime işliyor.

    Bir an ılıklık kayboluyor. Gayri ihtiyari kaybettiğim ılıklığı bulabilmek için gözlerimi açıyorum. 

    Yanıma gelmiş. Çimlere oturmuş. Dizleri göğüsüne çekik, kollarıyla tutuyor. Üzerinde gri bir kapüşonlu sweatshirt var. Kapüşon kafasında. 

    Gözlerimi açtığımı görünce gülümsüyor. Çıkan gamzelerinde kaybettiğim ılıklığı buluyorum. O an elindeki bluetooth kulaklıklarını gösteriyor. Yüzünde bir soru ifadesiyle müzik çalan telefonumu işaret ediyor. Telefonumu çimlerin üzerinden alıp, kulaklıklarını telefonumla eşleştiriyorum. Sonra benim random playlistimi beraber dinlemeye başlıyoruz.

    Ben sanki yalnızmışımcasına rahatım. Bazen ayağımla ritim tutup, ağzımı oynatarak şarkılara eşlik ediyorum. O da önündeki manzaraya bakıp ileri geri sallanıyor, sözleri biliyorsa o da sessizce eşlik ediyor.

    Bazen birbirimize bakıp gülümsüyoruz. O an ikimiz de o sırada çalan şarkıyı sevdiğimizi söylüyoruz aslında. Her birbirimize bakış yeni bir ortak şarkı, her yeni ortak şarkı aramızdaki bir başka yeni bağ...

    Bazen onun anlamayacağı dilde şarkılar çıkıyor tesadüfen. Dikkatle, merakla dinliyor. Bana bakıp ' fena değilmiş' diyor mimikleriyle. Beni anlamaya, beni tanımaya, farklılıklarımıza aşina olmaya çalıştığını anlıyorum. 

    Hiç konuşmadan dakikalarca, saatlerce böylece tanışıyoruz. Yeni bağlar kuruyoruz. Her bağı birbirine sarıp güçlü bir halat yapmak amacımız galiba.

    Şarjım bitiyor. Gülüyoruz, kulaklıkları çıkartıyoruz. Yanıma, çimlere uzanıyor. Bir süre gökyüzüne bakıyor. Sonra başını bana döndürüp gülümsüyor. Konuşmaya başlıyor. Bu sefer onun ağzından çıkan sesler tenime dokunup, içime işliyor. Karşılık veriyorum, ben de onunla konuşmaya başlıyorum. Çıkardığımız tüm sesler yeni müziğimiz oluyor. Aşık oluyoruz.

    O an anlıyoruz ki 'biz'iz ve eğer istersek her şey yolunda gidecek.

    En kötü günde bile...



28 Kasım 2020 Cumartesi

BTS'İN "BE" ALBÜMÜ ÜZERİNE

    


    20 Kasım'da BTS'in çok beklenen self-produced albümleri 'BE' yayınlandı. Sadece self-produced değil aynı zamanda konseptinden, albümün tasarımına, klip çekimlerinden, kıyafetlerine her şey BTS üyeleri tarafından planlandı ve yapıldı. Ama ben bu yazımda sadece albüm içeriğinden, yani şarkılardan bahsedeceğim. 

(Life Goes on şarkısının bana hissettirdiklerini bu yazımın dışında daha iyi anlamak isteyenleri Youtube'daki " Canımın istediği şeyler" adlı kanalımdaki videoyu buraya tıklayarak  izlemeye davet ediyorum. Ayrıca yine aynı kanalda sevgili Betül'le yapmaya başladığımız K-Things adlı podcast yayınlarımızın ikinci bölümünde de 'BE' albümünden bahsediyoruz. Onu da buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz.)

    Albümde daha önce yayınladıkları ve rekor üzerine rekor kıran single Dynamite dahil olmak üzere sekiz parça bulunuyor. Bu parçalar içerisinde sadece Dynamite üyelerin elinden çıkma bir şarkı değil. Ayrıca albümdeki dördüncü parça 'skit' de şarkı değil ama onu sıra oraya gelince konuşuruz.

    Bu yazımda albümdeki parçalar hakkında üzerinde daha çok durulmasını arzuladığım ve daha çok kişi tarafından anlaşılmasını istediğim kısımlardan bahsedeceğim. Dolayısıyla bu yazıda albümdeki tüm detayları, sözleri vs. bulunmuyor. Bahsetmemeyi tercih ettiğim şeyler ya çoğu dinleyici tarafından kolayca anlaşılması olası ya bariz olan ya da dikkat çekmek istediğim diğer noktalara konsantrasyonu azaltmamak için yer vermediğim şeylerdir. 

    Okuma öncesi bilmenizi istediğim her şeyden bahsettiğime göre artık asıl konumuza geçebilirim.

LIFE GOES ON


    Albümün ilk ve title şarkısı olan 'Life Goes On'un bence, negatif ve pozitif diye kabaca tarif edebileceğim iki kısmı var. İlk kısım daha çok olumsuz düşüncelerin ve duyguların anlatıldığı kısım. İkinci kısımsa kabullenmeyle beraber gelen umut dolu ve pozitif bir kısım. Aslına bakarsak pandemi süreciyle hemen hemen benzer ve paralel bir şekilde ilerliyor. Covid-19 virüsünün tüm dünyaya yayılarak pandemi haline geldiği ilk dönemlerde herkes ne yapacağını bilemedi. Panikle beraber gelen bir karamsarlık hakimdi. Daha sonra bu durumla kendimizce nasıl başa çıkabileceğimizi yavaş yavaş keşfetmeye ve duruma olabildiğince ayak uydurmayı öğrendik.

    Şarkı "Dünya bir gün ansızın durdu" sözleriyle çok çarpıcı bir şekilde başlıyor. BTS'i ve BE albümünü daha yayınlanmadan önce bile takip edenler bu albümün pandemi dönemiyle ilgili olduğunu zaten biliyor. Fakat günümüzde bu şarkıyla tesadüfen karşılaşmış biri bile, şarkıdaki bu sözü duyup  pandemi ile bağlantıyı kolayca kurabilecektir. 

" Bahar durmak bilmedi ve bir dakika bile gecikmeden geldi." 

    BTS'in 2017 yılında çıkardığı 'You never walk alone' albümündeki 'Spring Day' adlı şarkıyla bağlantı kurabileceğimiz bir söz. Spring Day'de hayattaki zorluklar kış ve bu zorlukların atlatılması bahar olarak metaforlaştırılmıştı. Burada da aynı Spring Day'de olduğu gibi zorlu zamanlara rağmen baharın geldiği söyleniyor. Karantina süreci her ne kadar zorlu olsa da bir çok insan bu süreçle başa çıkabilmek için hayatına yeni şeyler ekledi. Yeni hobiler, öğrenilen yeni şeyler, sporlar, kilo vermeler ve dahası...Hepimiz sosyal medyadan bunların bir çok çeşitini gözlemledik. Hiç bir şey yapmayanlar bile kendileri ve dünya hakkında başka farkındalıklar edindiler. 

    Covid'in pandemiye dönüşmesiyle BTS'in dünya turnesi iptal oldu. Bununla ilgili hayal kırıklıklarını, üzüntülerini ve hatta kızgınlıklarını bir çok kez dile getirdiler. Ancak bu duyguları ve dünyanın içinden geçtiği bu süreci kabullendikten sonra, verimli bir şekilde çalışmaya döndüler ve sonucunda bu albüm ortaya çıkmış oldu. Dynamite da bonusu oldu. Hatta BTS bu süreçte sadece çalışmadı. Çoğumuz gibi onlarda hobileriyle bol bol vakit geçirdiler. Resim, gitar, bilgisayar oyunları, spor vs. tüm bunların neredeyse hepsine bizleri de şahit ettiler. Nasıl arkadaşlarımızı Instagram'da ekmek yaparken izlediysek onları da hobileriyle vakit geçirirken izledik. İşte şarkının bu kısmında kış olsa bile baharın her zaman geleceği söylenerek bu anlatılmak istenilmiş. Şarkı çok hüzünlü olsa da bu sözlerle büyük bir pozitif enerjiyle ve umutla başlamış oluyor. Altını çizmek isterim. Şarkı mutsuz değil, hüzünlü. 

"Bugün yine yağmur yağacakmış gibi görünüyor. İliklerime kadar sırılsıklamım ama yine de durmuyor. Yağmur bulutundan daha hızlı koşmak yeterli olur diye düşünmüştüm."

    RM'in söylediği bu sözler Mono adlı mixtape'indeki Forever Rain adlı parçaya gönderme yapıyor. Forever Rain'de çok karamsar ve bu karamsarlıktan beslenen bir RM görüyoruz. Ancak 'Life Goes On'da hayatın getirdikleriyle savaşmayan, onları kabullenen bir imaj çizerek bize tam tersini gösterecek. 

    RM, Weverse'de yayınlanan röportajında şarkıdaki bu sözlerini yazmasına ilham olan olayı şöyle anlatıyor: " Bir keresinde Han Nehri kıyında yürüyüş yaparken, Namsan Kulesi'nin üzerinde bir kara bulut gördüm. Bir arkadaşımla beraberim ve acaba yağmurun başlayıp bitiği sınır tam olarak nerede diye düşündük. Birden bire orayı bulabilmek için koşmaya başladık. Ama on dakika kadar koştuktan sonra o bulut olduğundan daha da uzaktaydı. O an kafamda yap boz parçaları oturdu. Kara buluttan daha hızlı olabilir misin? Hayır. İşte o zaman anladım. Aynı Whanki Kim'in ( Koreli ressam ) dediği gibi belki de ben Koreli olmayan hiç bir şey yapamam çünkü bu benim. Eskiden işler yolunda gitmediğinde geç saatlere kadar çalışır ve tüm gece uyumazdım. Bazen Samseong durağından Sinsa durağına yürürken her şeyi baştan sonra düşünüyorum. Ama şimdi, aynı dedikleri gibi fark ettim ki olduğumdan daha fazlasını yapamam." ( Röportajın tamamına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz.)

"Sanırım ne de olsa bir insanım. Acılar dünyasındayım. Bu soğuğu bana veren bu dünya, tozla kaplı geri tuşuna basmam için beni uyarıyor/ teşvik ediyor."

    RM, bir önceki sözlerin hemen devamında 'sanırım ne de olsa bir insanım' diyerek aynı röportajında söylediği gibi olduğundan daha fazlası olamyacağını, kara buluttan daha hızlı olamyacağını kabullendiğini bize gösteriyor. Devamında yaşanılan zorlukların onu ne kadar etkilediğinden ve bu zorlukların onu eskiye yani belki de forever rain zamanındaki karamsarlıktan beslenen RM'e çevirebileceğinden bahsetiyor. Geri tuşuna üzeri tozla kaplanacak kadar uzun zamandır basılmadığını yani hep play tuşuna basarak, ileriye giderek yaşadığını bizlere söylüyor. Ama pandemiyle beraber ileriye bakmanın zorlaştığını bir nevi gözünün geri tuşuna kaydığını anlıyoruz. Fakat bu kısım biterken ki sözlerden anlıyoruz ki o geri tuşuna basılmıyor. Diyor ki " kış gelince, daha sıcak bir nefes verelim." RM artık umut dolu. 

    Daha sonraki kısım, nakarata geçiş yapan pre-chorus kısmı. Burası daha önce bahsettiğim birinci kısımdan ikinci kısıma da geçiş aslında. hatta birinci kısımla ikinci kısım arasında bir diyalog da diyebiliriz.

              V: Ufukta son görülmüyor. Bir çıkış yolu var mı? Ayaklarım hareket etmeyi / yürümeyi reddediyor. 

              JUNGKOOK: Bir anlığına gözlerini kapat, elimi tut. Hadi geleceğe doğru kaçalım."

    Bu diyalogda kendine çıkış yolu arayan V'ye elini uzatan Jungkook, V'yle beraber bizleri de aydınlığa yani şarkının pozitif kısıma götürüyor.

"Gün gelecek hiç bir şey olmamış gibi olacak. Aynı ormandaki bir eko gibi."

    Eko bildiğimiz gibi sesin geri yansımasıyla oluyor. Yani bahsedilen ormanda bir ses var. Bu da bizi aslında çok klasik hatta klişeleşmiş bir soruya götürüyor. Issız bir ormanda bir ağaç yıkılsa ses çıkar mı? Bu hem felsefe tarihi boyunca hem de popüler kültürde çok kullanılmış ve metaforlaşmış bir soru. İlk kez 1700'lü yıllarda filozof George Berkeley'nin düşünceleri üzerine dile getirilmiş bir soru bu. Sorunun ortaya çıktığı zamanlarda cevabı, 'insan olmadan ses olmaz. Dolayısıyla yıkılan ağaçtan ses çıkmaz.' olmuş. Çünkü Berkeley bir sübjektif idealist ve subjektif idealizmde her şeyi algı oluşturur. Bu anlayışa göre ağacın yıkıldığı sırada çıkardığı sesi algılayabilecek insan olmadığı sürece o ses var olamaz. Şarkıda bahsedilen ekoyu yaşanan olumsuzluklar gibi düşünürsek bize, sen o olumsuzlukları algılamazsan, olumsuzluklara odaklanmazsan, gün gelecek hayatımıza hiç bir şey olmamış gibi devam edeceğiz denilmek isteniyor. Ve hemen sonrasında "hayat devam ediyor" diyerek şarkının bize ısrarla vermek istediği bu mesaj bir kez daha vurgulanmış oluyor.

"sana bunu şu şarkıyla söyleyeyim. Diyorlar ki dünya değişti. Ama şükürler olsun ki seninle benim aramda hiç bir şey değişmedi."

    Şarkıyı ilk kez dinlediğimde Suga'nın kısmı  kulağıma çarpan ilk kısım oldu. Suga'nın D-2 mixtape'ini çok seviyorum ve çok dinliyorum dolayısıyla bu kısım hemen tanıdık geldi. D-2'da bulunan People parçasında Suga dünyanın değiştiğinden bahsediyordu. Burada o şarkı sözünü ve söyleyiş tarzının aynısını kullanarak hayranlarına hitap ediyor ve dünya turnesinin iptaline, hayranlarıyla birebir kanlı canlı görüşememelerine rağmen aralarındaki ilişkinin bozulmadığını söylüyor.

" günümüzü başlatıp bitirdiğimiz annyong ile..." 

    J-Hope'un kısmında tatlı bir kelime oyunu var. Şarkının müzik videosunda İngilizce altyazıyı açarsanız bu kısımdaki Korece annyong kelimesinin çevrilmediğini göreceksiniz. Eğer çevrilmiş olsaydı bu kelime oyunu anlamını kaybederdi ya da altyazı satırlar sürerdi. 

    Annyong Korece'de merhaba ve güle güle anlamına geliyor. Günlük dilde belki de en çok kullanılan kelimelerden biri desem abartmış olmam. Ama unutulmaya yüz tutmuş ve kullanılmayan bir anlamı daha var ki o da 'huzur'. Aslında Korece'de annyong kelimesinin resmi hali olan annyonghaseyo kelimesini kullanıldığında 'huzurla kal, huzurlu ol' gibi bir anlamda kullanılmış oluyor. Fakat zamanla bu anlamı unutulup basit bir merhaba ve güle güle dönüşmüş. Bizimde dilimize geçmiş  'Selam' kelimesiyle aslında aynı. Selam da, Arapça'da huzur anlamına geliyor. 

    J-Hope bu kelime oyunuyla aynı anda aslında "günümüzü başlatıp bitirdiğimiz huzur ile..." de demiş oluyor.

    Life goes on, "sokaklardan ayak izleri silindi" gibi basit cümlelerle, tüm dünyanın belki de yüzyıllardır aynı anda, aynı deneyimleri yaşadığı bu garip zamanları bize çok güzel anlatan bir şarkı. Belki de bir çoğumuzun pandemiyle beraber tecrübe etmeye başladığı yabancı duyguları bize tercüme eden bir şarkı...

FLY TO MY ROOM ( 내 방을 여행하는 법)

     Fly to my room benim albümdeki en sevdiğim şarkı oldu çünkü beni çok ama çok iyi anlatıyor. Eğer ben söz yazabilseydim ya da bir şarkı yapabilseydim herhalde beni en az bu kadar iyi yansıtabilir ve anlatabilirdi. 

    Şarkı kısaca pandemi süreciyle berbaer kendi odamızda / evimizde yaşamak zorunda kalışımızı ve o odada nasıl vakit geçirmeyi öğrendiğimizden bahsediyor. Küçük şeylerden zevk almaktan ve onların değerini bilmekten, odamızın ya da evimizin içinde yeni bir dünya oluşturmak durumunda oluşumuzdan bahsediyor. Eskiden evimiz işten, okuldan geldiğimiz, uyuduğumuz ama aslında 'gerçekten' yaşamadığımız bir yerken, artık tek yaşam alanımız haline geldi. Ben, zaten pandemi öncesinde de hemen hemen bu şekilde yaşıyordum. Dünyada en sevdiğim yer odamdı ve hala öyle. Ama pandemiyle beraber benim için bile farklılaştı. O yüzden bu şarkıyla bütünleşmiş gibi hissediyorum kendimi.

    Fly to my room'da yine life goes on gibi iki bölümden oluşuyor. İlk kısımda bıkkınlıkve kızgınlık var. Hatta depresif bile diyebilirim. Ama çok uzatmadan bu duygularla nasıl başa çıktıklarını anlattıkları ikinci bölüme geçiş yapıyorlar.

    "Hergün çok sinir bozucu, beni delirtiyor. Hala birinci günmüş gibi. Bütün yıl bizden çalındı. Gitmek istiyorum ama gidecek bir yer yok. Sadece bu oda var." gibi sözlerle baya karanlık bir ruh hali anlatılıyor. Elindekinin sadece bu oda olduğunu anlayınca bununla ilgili ne yapabilirim diye soruyor kendi kendine. Ve odasını yeni, kendine ait bir dünyaya dönüştürme kararı alıyor. Böylece şarkının aydınlık kısmına geçiyoruz.

"Karanlığımdan, hüznümden kurtulmak için odama uçmama izin ver ve artık yepyeni hissediyorum."

    Bu sözlerde odası artık öyle bir yer ki, oradayken kendini yenilenmiş hissediyor. Sanki hastalık, endişeler, pandemi, her şey odasının duvarlarının dışında ve odört duvar oen güvenli yer. Orada yaşamak artık kötü hissettirmiyor, artık hapsolmuş gibi hissettirmiyor. Durumu kabullenip, ona ayak uydurarak artık daha iyi birine dönüşüyor.

    İkinci kısımda bakış açısının ne kadar değiştiğini daha iyi anlıyoruz. "Burası hep böylemiydi?" ve "eski masam bile, günışığı bile özel görünüyor" gibi sözlerle bunu açıkça görüyoruz. Bu kısımda en çarpıcı kısım ise "bazen anlamamız lazım. bozuk olan güzeldir." Burada bozuk olarak çevirmek sanırım en doğrusu ama asıl bahsedilen şey kimsenin ve hiç bir şeyin mükemmel olmadığı ve bunun kötü bir şey olmadığı. Aslında yıllardır BTS'in bize söylediği bir şey bu. Herkesin karanlık tarafları vardır. Bu karanlık taraflarımıza rağmen güzeliz ve kendimizi sevmeliyiz. Şarkıda bu bakış açısından  "Daha iyi bir yol buldum" diyerek bahsediliyor.

    "Bazen bu oda duygusal bir çöplük oluyor ve beni sarıyor." 

      Aslında bu karanlıkmış gibi görünen cümle çok pozitif bir anlam taşıyor. Çünkü burada her türlü duygunun reddedilmeden kabullenildiğini, yaşandığını anlıyoruz. Her türlü duygumuzu rahatça yaşayabildiğimiz, kendimize yalan söyleyip, kandırmak zorunda olmadığımız bu oda bizim güvenli alanımız. Bizi bir dost gibi sarıyor, sarılıyor.

    Bir de şarkıda benim de Twitter sayesine öğrendiğim bir detay var. J-hope'un kısmında televizyon sesinden bahsettiği bir bölüm var. O bölümü dikkatli dinlerseniz fonda belli belirsiz bir televizyon sesi duyuluyor. O ses aslında bir haberden alıntı ve hala virus için bir tedavi bulunamadığı söyleniyor. Bunu öğrendikten sonra bir daha o kısmı tüylerim diken diken olmadan dinleyemedim. Ufak detayların ne kadar etkili olduğunu gösteren müthiş bir örnek.

BLUE & GREY

    BE albümündeki en üzücü, en karanlık ve en duygusal şarkı muhtemelen Blue & Grey. Yine de ne kadar karanlık olsa da içinde umudu barındıran bir şarkı. Zaten bu albüm için aksi söz konusu olamazdı çünkü tüm albümün ilettiği mesaj adı gibi " olmak" ve " ana şarkısı gibi " hayata devam etmek." Dolayısıyla BTS bize bu albümde içinde umut barındırmayan hiç bir şey vermiyor. Tüm albüm aslında Covid-19 ile bağlantılı, evet. Ama asıl temanın umut olduğunu söylemek yanlış olmaz diye düşünüyorum.

    Şarkı kısacası mutlu olmak isteyen birinin ya da birilerinin hikayesi. Aslında albümün ilk şarkısı olsa  kronolojik olarak bir korona günlüğü gibi okuyabilirdik albümü. En depresif zamanlardan sonra fly to my room ile kabullenme ve life goes on ile artık umudun her yerde olması...Bu sırayla düşündüğümüzde albümü bir film gibi izlemek mümkünmüş gibi geliyor.

    Mavi hüzünü temsil eden bir renk. İngizlice halk dilinde doğrudan üzgün kelime yerine bile kullanılan bir kelime 'blue'. Gri ise renksiz. Stabil bir duygusuzluğu, donukluğu temsil ediyor. Yani burada mavi ve gri hissetmek sürekli, sabit bir şekilde üzgün hissetme halini temsil ediyor.

" Nereden itibaren yanlış oldu bilmiyorum. Gençliğimden beri kafamda bir mavi soru işareti vardı. Belki de bu yüzden bu kadar set yaşıyorum. Ama geriye dönüp baktığımda, kendi kendimleyim. Beni yutan bu puslu gölge, o mavi soru işareti hala var. Bu anksiyete mi yoksa depresyon mu acaba? "

    Suga'nın bu kısmında daha önce 'the last' , 'so far away' , 'strange' gibi bir çok şarkısında bahsettiği, bu yüzden aşina olduğumuz, küçük yaşlardan beri başa çıktığı depresyon, opsesif komposif bozukluk, sosyal anksiyete gibi hastalıklardan bahsettiğini görüyoruz. Pandemi sürecininde bu sorunlarla hala mücadele ettiğini çekinmeden bizimle paylaşıyor.

" Durduğum bu zemin çok ağır hissettiriyor. Kendi kendime şarkı söylüyorum. Sadece mutlu olmak istiyorum çok mu açgözlüyüm? "

    Burada ben bahsedilen zeminin kariyer olarak geldikleri nokta olduğunu düşünüyorum. Artık neredeyse tekelleşmiş bir başarı söz konusu.BTS neredeyse her ödülü alıyor, her rekoru kırıyor. Hedefledikleri en büyük başarı olan Grammy ödülüne de adaylık alarak artık ulaşabilecekleri en yüksek noktaya sadece bir basamak uzaktalar artık. Ve bu kadar başarıya sahip olmalarına rağmen etraflarında olmadığı için yalnız hissediyorlar. Yükseklerde tek başlarına duruyorlar. Bu "kendi kendime şarkı söylüyorum" diyerek anlatılmaya çalışılmış gibi. Başarının yalnızlığı ve ağırlığı çok etkili. Bunlarla mutlu değiller ama mutlu olmak istiyorlar. Bu kadar üne, başarıya rağmen mutsuz olup mutluğu arzulamak kendilerini suçlu hissetmelerine neden oluyor. Bu suçluluk duygusunda daha önce de çok bahsettiklerine şahit olduk. Aslında ünlülerin hayatlarının, özellikle de böyle BTS gibi korkunç üne sahip kişilerin hayatlarının zannedildiği kadar kolay ve parlak olmadığını popüler tarih boyunca çokca gördük. Elvis Presley, Marilyn Monroe, Michael jackson, Kurt Cobain gibi ünlülüğün en üst noktalarına ulaşmış kişilerin hikayelerinden bu konularda fikir edinmek mümkün.

    Şarkının en karanlık cümlelerinden biri " bana herşey yolunda deme çünkü her şey yolunda değil" oysa ki bu cümle yine kabullenme ile ilgili. Fly to my room'da olduğu gibi duyguları inkar etmeden, saklamadan, halı altına süpürmeden yaşamak ve kabullenmek gerektiğini anlatıyor. Aslında çoğumuz kabul etmeliyiz ki bize nasılsın diye sorulduğunda iyi olmadığımız halde iyiyim diye cevap veriyoruz. Bu artık sadece dilimize oturmuş bir şey olmaktan çıkıp ruh halimize de yansıyor ve istemsizce olumsuz şeyleri hep göz ardı etmeye çalışıyoruz. Bu göz altı ettiğimiz sorunlar zamanla büyüyor ve başa çıkılması çok zor bir hale gelebiliyor. Tıpkı birazdan bahsedeceğim bir gri gergaden gibi...Oysa ki bir şeyin varlığını inkar ederek onu düzeltemeyiz. İşte "her şey yolunda değil" derken aslında bir farkındalık söz konusu.

"Gri gergedan yaklaşıyor ve ben görüşüm bulanık bir şekilde öylece duruyorum."

    Gri gergedan aslında Covid-19'a takılan bir isim. Sadece Covid-19'a değil başka şeyler için de bu benzetme yapılıyor. Kısaca bahsetmem gerekirse; bu benzetme ilk olarak Michele Wucker diye Amerikalı bir yazarın kitabında kullanılıyor. Kitabın Türçe çevirisi malesef yok ama adını şöyle çevirebilirim: 'Gri gergedan: Görmezden geldiğimiz bariz tehlikeleri nasıl tanırız ve nasıl davranırız?' Aslında bu kitabın adı gri gergedanın anlamını da bize açıklıyor; 'gözümüzün önünde olan ve varlığı su götürmez tehlike' demek. Dediğim gibi, sadece günümüz Korona Virus'ü için kullanılmıyor. Küresel ısınma, siber güvenlik, dünyadaki su sorunu, ekonomik dengesizlik gibi sorunlar için de bu benzetme kullanılıyor. Bu kısımda görüşünün bulanık oluşunu belirtmesi de gergedanlarının görme yetisinin çok zayıf olmasından kaynaklı. Ayrıca Eugene Ionesco'nun 'Gergedanlar' adında çok meşhur ve muhteşem bir oyunu vardır. Oyunda gergedanların, neredeyse gözlerinin önündekilere göremeyecek kadar kör olamaları özelliklerini metaforlaştıran bir hikaye anlatılır. Şahsen Michele Wucker'ın bu benzetmeyi yaparken Ionesco'dan esinlenmiş olabileceğini düşünüyorum.

"Kendi kendime şarkı söylüyorum. Uzak bir gelecekte, gülümsediğim zaman sana bunu söyleyeceğim."

    Son nakarattaki bu söz şarkıdaki en aydınlık söz olabilir. Uzak bir gelecekte de olsa bir gün gülümseyeceğini biliyor ve bekliyor. İşte bu şarkıdaki umudu çok güzel gösteriyor. Ve aslında bizlere de o günler geri kaldığında bunu bize göstereceğini, bir nevi acısını çıkartacağımızın haberini veriyor. Bu şarkıyı yazan V, bu arzusunu Weverse'de yayınlanan röportajının başlığında bile görebiliyoruz. "Keşke Army'le tekrar bir araya gelebilsek, beraber gülerek."

    Şark V'nin kadife gibi sesiyle şöyle bitiyor: " gizlice havadaki sözcükleri topladıktan sonra gün ağırırken uykuya dalıyorum. iyi geceler."  Havadan topladığı sözlerin bu şarkının sözleri olduğunu mu anlatıyor bize? Ben şahsen hipnotize olmuş gibi oluyorum bu kısımda. Kendimi bıraksam iyi geceler dediği an uykuya dalabilirmişim gibi hissediyorum. V, Weverse'deki aynı röportajında bu kısımla ilgili şöyle diyor: "Pek iyi uyuyamıyorum. Sürekli dönüp duruyorum ve bir sürü düşünceye kapılıyorum. Tüm ışıkları kapatsam bile her şeyi açıkça görebiliyorum. Gözlerimi kapatıyorum ama bütün düşüncelerim açılıyor. Sonra da çalışırken uykusuz oluyorum ve gözlerimin altındaki torbalarla, yalnızken öylece boşluğa bakakalıyorum. Ama bu durumdan uzaklaşmak istiyorsam o zaman gerçekten uyumam lazım. Fakat, olduğum kişi böyle yapmama izin vermiyor. Şarkının ilk ve ikinci kısmında bunu yazdım. ' Böyle düşüncelere takıldığımda herşey gri ve ben masmaviyim. ' gibi hisler. Bu duygularımı şarkı olarak yazdım ve şimdi bunlar hakkında tekrar düşündüğümde aslında bunu atlattığımı görüyorum. Kendimi çok daha hafif hissediyorum. Düşüncelerimi havaya yolladım ve şimdi gün ağarırken uyuyakalıyorum. Akşam uyumanız gerekir ama ben yine sabah uyuyorum. Bu yüzden ' iyi geceler' diyorum ama aslında iyi bir gece değil. ' Çok yorgun olduğum için kendimden geçiyorum' gibi bir şey. O sırada anlatmak istediğim bu gibi duygulardı." ( Ropörtajın tamamına buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz. )

SKIT

    Skit parçalar Hip Hop kültürüyle başlamış ancak daha sonra farklı müzik türlerindeki albümlerde de yer almaya başlayan, genelde sanatçıların kendileri tarafından seslendirilen, kısa ve genellikle komik konuşmalardır. 

    BTS'ın eski albümlerinde de farklı konular hakkında konuştukları Skit parçalar bulunmakta. Bu albümdeki Skit'in konusu ise albümün son parçası olan ve daha önce single olarak piyasaya çıkan Dynamite parçasının Billboard Hot 100 listesinde birinci olması. 

    Konuşmalarda üyelerin birbirleriyle şakalaşmalarını, haberi öğrendiklerinde ne yaptıklarını, nasıl öğrendiklerini, o günkü programlarını ve başka şeyleri daha öğreniyoruz. Dinlemesi çok eğlenceli ve şahsen skitlerin hayranıyım. Türkçe çevirisinin olduğu videoyu yukarıda görebilirsiniz. Tavsiye ederim. 

TELEPATHY (잠시) 

    Telepathy'yle beraber albümün müzikal olarak daha duygusal tarafına veda ediyoruz. Bundan sonraki tüm parçalar yüksek tempolu ve yerinde duramayacağınız tarzda olacak.

    Telepathy sözleri itibariye bize yine pandemi sürecinin getirdiği zorluklardan sözediyor. Ama buna rağmen çok pozitif ve eğlenceli bir şarkı. Pandemiyle beraber neyle dolduracağımızı bir türlü bilemediğimiz boş zamanların güzel bir hediyesi bize sanırım. Çünkü şarkının başında Suga " Bol zamanım sayesinde bu şarkıyı yazıyorum." diyor. Albümün canlı yayınında Jimin'in anlattığına göre bu şarkıyı ilk 'In the soop'u çekerlerken duymuş. Suga'nın eskiden yaptığı bir şarkıymış ve öyle kenarda köşede duruyormuş. Jimin çok beğenince üzerine çalışmaya başlamış ve sonunda Telephaty olmuş. Şarkının korece adı 잠시 yani dur, bekle anlamında, bi dakika demek. Şarkının içinde de çokça geçen bir kelime. Ayrıca Telepathy sözleriyle doğrudan fanlara hitap eden bir şarkı.Nakaratta "seninle olduğum zamanlar en mutlu olduğum zamanlar" diyor. "Yaşamlarımız ne kadar farklı olsa da sen benim en sevdiğim kişisin diyor."

    " Mavi denize gidelim", "denizin ortasındaki o küçük ada" gibi gözlerle sürekli bir deniz özlemi görüyoruz parçada. Bunlar hem BTS şarkısı Sea'ye hem de BTS Universe'ten aşina olduğumuz denizli sahnelere gönderme. En mutlu zamanlarını hep deniz kıyısındaki anılarıyla hatırlayan BTS yine denize geri dönmek istiyor.

    Benim bu şarkıda en sevdiğim kısım RM'in kısımları ve aslında en gözden kaçmaya müsait kısım olduğunu düşünüyorum. RM, Koreli ya da yabancı farketmez herkes tarafından kelimelerle arası çok iyi olarak biliniyor. Biz Kore diline hakim olmayan insanlar RM'in zekasının sadece bir kısmını anlayabiliriyoruz malesef. Bu şarkıdaki sözleri de o zeka dolu kelime oyunlarından bazılarını içeriyor. Mesela doğrudan çevirirsek "yürürken düşündüğüm bu yıldız, bize izin veren - yürümemize- yolumuz." diye bir kısım var. Korecesi kulağa çok hoş geliyor çünkü kafiyeli. Bu kısımdaki zeka, yazılı haliyle söylendiği hali arasında anlam farkı olmasından geliyor. Cümledeki "bu" kelimesi - korece okunuşuyla 'i'  ve " yıldız " kelimesi  - korece okunuşuyla byol-  birleşik bir şekilde tek bir kelime halinde yazıldığında - korece okunuşuyla ibyol- "ayrılık" anlamına geliyor. Yani bu cümle aynı zamanda tamamen farklı bir anlama gelerek "yürürken düşündüğüm ayrılık, bize izin veren - yürümemize- yolumuz."  şeklinde de çevrilebilir. İlk anlamında yıldız fanları temsil ederken, ikinci anlamında pandemi dolayısıyla hayranlarıyla ayrı kalışlarını anlatıyor. 

 "Senin Bibilly Hills'in olabilir miyim aynı senin bana olduğun gibi"

    RM'in Telepathy'de ikinci bir kelime oyunu burada karşımıza çıkıyor. Burada Bibilly Hills denilerek Hollywood'da bulunan Beverly Hills'in adıyla oynanmış. 'Hill' Türkçe'de tepe anlamına geliyor. Tepe kelimesinin Korecesi ise 언덕 - Okunuşu ondeok- Eğer bibilly hills'i koreceye çevirirsek 비빌 언덕 - okunuşuyla bibil ondeok-  oluyor ve bu dayanacak omuz, yanında olan kişi anlamına geliyor. Yani RM burada yaptığı bu kelime oyunuyla hayranların hep onun yanında olduğundan ve onunda hayranlarının yanında olmak istedeğini anlıyoruz. RM bunu daha önce, bir önceki albümleri Map of the soul:7 'daki intro şarkısı olan Persona'da " ağladığında sana bütün omuzları vermek istiyorum" sözleriyle dile getirmişti.

DIS-EASE (병) 

    Dis-ease yapımında J-Hope'un olduğu bir parça ve J-Hope'dan alışkın olmadığımız karamsarlıkta sözler görüyoruz. Ancak şarkının hareketli olması bize çok hissettirmiyor. Şarkı boyunca işinden, başarılardan ve getirdiği stressten bahsediyor.

    J-Hope, Weverse yayınlanan röportajında önce şarkının nakartını yaptığını ancak çok eğlenceli olduğu için sözleriyle kontrast oluşturmak istediğinden bahsediyor. Eğlenceli bir şarkı yaparsa hislerini yansıtmayacağı için böyle bir yola gitmiş. Parça üzerine çalışırken ve tema hakkında düşünürken kendi deyimiyle 'bbyap bbyap bbyap' sesleri eklemiş. Bu sesler Korece'de hastalık anlamına gelen 병 - okunuşu byong- kelimesine benzeyince şarkının adının hastalık olmasına karar vermiş. Şarkının İngilizce adı ise yine hastalık anlamına gelen Disease kelimesinden geliyor. Araya konulan tire ile aynı zamanda 'bu  rahatlama" anlamı da elde edilmiş. Şarkının adının konulmasıyla temada kendini belli etmiş. J-Hope bu süreci şöyle anlatıyor: "İş hakkında düşünebilmek için fazla meşgüldüm. Ama bildiğiniz üzere bu durum değişti ve artık yapamayacağımız bir sürü şey oldu. Çalışırken hep " Ah tatile ihtiyacım var." derdim ama ara verdiğimizde ağzımdan " Ah çalışmak istiyorum" sözü çıkıverdi! Bu beni üzerinde daha çok düşünmeye itti: " Bu beni neden rahatsız ediyor? Dinlenmek için fırsatın var, sadece dinlen işte. Neden bu koşullar altında çalışmak zorundaymış gibi hissediyorum? Bu bir mesleki hastalık mı acaba?" Bu parçamı, özellikle bu dönemde anlatabilirmişim gibi hissettim." (Röportajın tamamını okumak için buraya tıklayabilirsiniz.)

"Evet ben hastayım. Ben işin ta kendisiyim."

    Dis-ease'de yine RM bize bir kelime oyunu yapıyor. Bu cümlede hasta kelimesi için İngilizce 'ill' kelimesi kullanılıyor. Bu kelime telaffuz açısından Korece'deki 'iş' kelimesiyle aynı. Bu cümlede J-Hope'un röportajında dediği gibi iş hastalıkla bağdaştırılıyor. Ama bu cümledeki tek kelime oyunu bu değil. Korece 'il' şeklinde telaffuz edilen bir kelime daha var. O da " bir" kelimesi. RM burada her ne kadar işiyle hastalığı aynı kefeye koysa da aynı anda işinde bir numara olduğunu da bize söylemiş oluyor. " Evet ben hastayım. Ben bir numaranın ta kendisiyim "

STAY

    Jungkook'un yapımında bulunduğu bu şarkı yine hayranlara seslenen sözlere sahip. Bu sefer BTS hayranlarından hep burada yani onlarından kalmalarını isteyerek sesleniyor. Aslında yalvarırcasına bir istek bu ve endişe ile yazılmış sözlerle elektronik dans türünde olmasına rağmen neredeyse hüzünlü diyebileceğim bir şarkı.

    "Kalplerimiz her zamankinden daha sesli atıyor." ve "Yıldızlar her zamankinden daha parlak" gibi sözlerle pandemi süreciyle hayranlarıyla bir araya gelemeseler bile aralarındaki bağın daha kuvvetli hale geldiği anlatılıyor. Telepathy'de RM'in kelime oyununda yaptığı gibi burada da yıldız hayranları temsil ediyor.

"Şu an seni düşünüyorum. Nerede olursan ol farketmez. Biz birbirimize 7G ile bağlıyız. Bu dünyanın sonu değil. Gelecek, inci gibi parlıyor. Bunlar sadece bir kaç kriz. Ben seni değiştireceğim."

    RM burada bir kez daha kelime oyunlarıyla zekasını gösteriyor. Hayranlarıyla her nerede olurlarsa olsunlar 7G internetle bağlıymışcasına kuvvetli bir ilişkileri olduğundan bahsediyor. Her BTS üyesinin bu bağlatıyı güçlü hale getirdiğinin altının çizilmesi için yedi rakamı seçilmiş.Aynı zamanda pandemi döneminde internetin birbirimizle iletişimde olabilmek için önemini vurgulamış. Bunu BE albümü çıkmadan çok kısa bir süre önce verdikleri online konserde hem hayranları hem de BTS daha iyi tecrübe etti. Bu konser sırasında hayranlarını teknoloji ve internet sayesinde hayranlarını tek tek, sanki oradaymışcasına görebilme imkanı buldular. 

    Devamındaki "Bu dünyanın sonu değil. Gelecek, inci gibi parlıyor." kısmında yine bu zor zamanların geçeceğine dair olan inanç ve geleceğin parlak olduğuna dair olan, tüm albümde izini gördüğümüz umut var. Ancak burada 'gelecek' kelimesi için kullanılan İngilizce 'Present' kelimesi aynı zamanda 'hediye' anlamına geliyor. Geleceğimiz bize hediye olarak geliyor. Bu kriz anlarındaki kötü ruh halimizi de BTS değiştirecek." Bunlar sadece bir kaç kriz. Ben seni değiştireceğim."

    BTS, bu albümle yine bu albümde hayranlarına verdikleri iki vaadi de çoktan yerine getirdi. İlki Telepathy'de vaad edilen dayanacak bir omuz olmak, ikincisi ise Stay'deki karanlık ruh halimizi değiştirme vaadi. 

    Yolunuzun kesiştiği ve merhem olduğunuz herkes adına, teşekkürler Kim Namjoon, Kim Seokjin, Min Yoongi, Jung Hoseok, Park Jimin, Kim Taehyung, Jeon Jungkook. Teşekkürler BTS.








26 Ekim 2020 Pazartesi

PASİF NEFES

    Bir film, bir dizi izlerken, üzüldüğüm, eğlendiğim, mutlu olduğum, ilham aldığım, korktuğum oldu. Ama dün ilk defa sinirlendim. Bir film izlerken sinirlenebileceğimi, çığlık atmak isteyebileceğimi tahmin etmezdim.

    "The trial of the Chicago 7"




    Sonra Grand Army High School'u izlemeye başladım. Yine aynı duygu...Ekrandan içeri girip, oradaki karakterlere bağırmak, itmek, küfür etmek, tokat atmak istedim.

    Neden sinirlendim ki?

    İzlediğim iki şeyde de adaletsizlikler, haksızlıklar var. Haklı olanlar haklarını ispat edemiyorlar. Her şey ortada olsa bile güçlü olan kazanıyor. Haksızlığa uğrayanlar tüm cesaretlerine rağmen kaybediyor hatta cezalandırılıyorlar. Belki de hayatları boyunca pansuman etmelerine rağmen iyileşmeyecek yaralar alıyorlar.

    Sonra şunu düşündüm: Belki de benim bu hayattaki sınavım haksızlıklardır. Gül kendine'de dediği gibidir belki:

"Yenilmesen hiç büyümezdin"


    Benim yenilmelerim adaletsizliklerdir belki de...

    Adaletsiz sınavlar...Torpilli yetenek sınavları..

    İşimi yapmaya çalışırken ve başkaları aynı işe bu özveriyi göstermezken, sorumluluğumdaki insanlara bunu dile getirdiğimde, beni fazla ciddiye almakla, agresif olmakla suçlayanlar... Evet Senem haklı, işimizi düzgün yapmıyoruz diyen kimsenin olmaması...

    Hülya Hoca açık açık yapmadığı dersin parasını okuldan çatır çatır alırken ve benim o derse girmediğimi iddia ederken, tüm sınıfın oylama yapıp F almamı istemeleri...Dekan, Rektör, danışman hocalar dahil herkesin Hülya Hoca'nın tarafını tutması...Babamın bile sadece "orta" yolu bulmaya çalışması...Senem haklı, hoca dersinin olduğu günler okula bile gelmedi diyen kimsenin olmaması...

    Bitirme projesinde eksiksiz katılımlarıma, başkalarının üstlenmediği sorumlulukların üstlendiğimde ve oyunu hatasız tamamlamama rağmen, ezber unutan ve gülmemesi gereken yerde gülen partnerimin benden daha iyi notla mezun olması...

    Aynı sınavın iki farklı kolu olmasına rağmen Genel Kültür sınavı bitmeden, yetenek sınavını başlattıkları için sıram geçince ben sıranın başlarında olmama rağmen en sonuna atıp 5 saat beklettiklerinde...Sınav bitmeden başladınız, hala genel kültür sınavında olanlar var diyen kimsenin olmaması...

    Bana tebrikler %100 burs kazandınız dediklerinde ve bursu kaybetmemek için diğer okullardan vazgeçip kayıt yaptırmaya gittiğimde kusura bakmayın yanlışlık olmuş demeleri. Bölüm başkanının gülerek arkadaşların şaka yapmıştır demesi...

    İ*****'nın annesi paranı yollayacağım diye söz verdikten sonra parayı hiç bir zaman yollamadığı gibi üzerine tehdit etmesi...Zaten İ*****'nın tüm yaptıkları...

    Sadece iki hafta vaktim varken klavyesindeki bir iki tuş basmıyor diye tamire verdiğim laptopun bana bozuk teslim edilmesi...Üzerine hiç bir şey olmamış gibi tamir edelim gerekli parçalar 2-3 haftaya gelir demeleri...Yeni laptop almak zorunda kalmam...

    Emek verip, ücret almadan çalıştığım Moulin Rouge - Roxenne performansının görüntülerinin hiç bir zaman verilmemesi...

    Öyle bir talebim olmamasına rağmen her yıl " seneye x oyununu yapıyoruz sen bilmem ne karakterisin" diyerek başrol vadeden ama hiç bir zaman baş rolü bana vermeyen hocam...

    D***** beni defalarca aldatmasına rağmen daha sonra benimle olan ilişkisi için hayatımın hatasıydı demesi...

    Yaptığım içeriklere gelen yorumlarda hiç söylemediğim şeylerin söylemişim gibi yazılması...

    Sırf hocamdan hoşlanmadıkları için beni almayan castlar, oyunlar, okullar...

    Gece ses yaptıkları için defalarca uyardığım komşularım tarafından defalarca hakarete uğramam, tehdit edilmem ve üzerine benim huzursuzluk çıkartan kişi ilan edilmem.

    Sinema ve tiyatrolarda telefonlarıyla oynayanları ve yasak olmasına rağmen video çekenleri uyardığımda aynı şeyi yapmaya devam etmeleri ya da terslemeleri...Hatta üzerime yürünmesi, küfürler edilmesi ve salonda kimsenin beni savunmaması...

    Acaba ilk hangi adaletsizlik bende tramva yarattı?

    Acaba anca hayattaki 31. yılımda ne kadar haklı olursam olayım en yanımda olur diye düşündüğüm kişilerin bile beni savunmayacağını anlamış olmam mı o filmi, o diziyi izlerken sinirlenmeme neden oldu?

    Yoksa en temel haklarımın bile aslında hakkımmış gibi yaptığı canım ülkemde doğduğum an bu sinir bana yüklenmiş miydi?

    Bugün dolar 8, Euro 9, Sterlin 10 TL'ydi. Galiba kafese kısıldık.

    Ve tüm bu bahsettiklerim ve dahası beni pasifleştirdi.

    Ya kendimden ödün vereceğim ya da sistemin çarkındaki dişlilerden biri olacağım.

    Ben ikisini de yapmıyorum. Ben sadece nefes almayı seçiyorum.

    Pasif...Öyle nefes alıyorum işte...

    Bazen de yazıyorum.






21 Ekim 2020 Çarşamba

Mektup (21.10. 2020)

 

Senem,

    Sana hatırlatmak istediğim şeyler var. Kendini her zaman başkalarının yerine koymayı çok iyi başarıyorsun ama kendine karşı empati kurmada, kendini anlamada berbatsın. Bu yüzden sana bu mektubu yazmaya karar verdim.

    Senaryo yazım dersleri aldığın dönemde "en iyi ve en kötü anınızı yazın" ödevini yapmakda çok zorlanmış, ne en iyi ne en kötü anını hatırlayamamıştın. Bir süre hayatının çok monoton olduğunu düşündün ama sonra Gizem sana hatırlattı. O zaman şöyle düşünmüş ve farkına varmıştın: İyi ya da kötü, duygularımı çok uçlarda yaşadığım için bir şekilde onları unutmaya yöneliyor olmalıyım. İyi anları onları tekrar aramamak için kötü anları onlarla yaşamamak için... Hala hafızan hemen hemen aynı çalışıyor. Ama hatırlamada artık daha iyisin. Özellikle kötü anları... İyileri hala hatırlamaman ve üzerine kötüleri unutmamaya başlaman sana hiç iyi gelmedi. Haklıydın, her şeyi çok uçlarda yaşıyorsun. İyi şeylerde o an sana çok iyi gelirken, kötü şeylerde bir o kadar kötü geliyor. Ama elindekileri kaybedince, yok olunca, o senin hayatını kocaman bir şekilde kaplayan şey gidince geriye hiç bir şey kalmıyor.

S******'la beraberken böyle oldu.

Tiyatroyla böyle oldu

D*****'la böyle oldu.

Seul'deki hayatında böyle oldu.

Üniversite dönemindeki gece hayatında böyle oldu.

Yemeklerle ilişkinde böyle oldu.

Kore'yle ilişkinde böyle oldu.

Kpop'la ilişkinde böyle oldu.

İ*****'yla böyle oldu.

H****'la (A****) böyle oldu.

Bunları o kadar büyük yaşadın ki...Yaşıyorsun ki...Orada olmadıklarında geriye hiç bir şey kalmıyor.

    Geçen yıl A****'le kavga ettiğinizde en zor zamanında sığınabileceğini düşündüğün bir kişi eksildi. Bir kaç gün önce aynı şeyi **** ve *****la yaşadın.

    Şu an gerçek anlamıyla kendinden başka kimsenin senin yanında olmadığını ve olmayacağını sindirmeye çalıştığın bir dönemdesin. O yüzden beni iyi dinle. Çünkü ileride yine unutabilirsin. Daha kötü günler yaşayabilirsin. O zaman kendine ihtiyacın olacak. Seni sadece sen yaşatabilirsin.

    Senin bozulmamış. çok güzel bir dostun var. Bu bir başarı. Bu başarının yarısı Gizem'in yarısı senin.

    Sen kolay vazgeçen biri değilsin. Sevdiğin şeylere de, insanlara da sonuna kadar değer veriyor ve onlar için çalışıyor, çabalıyorsun. Kaç kişi on yıl iş bulamadığı bir mesleğe bağlı kalabilecek kadar dirayetli?

    Sen sigarayı bıraktın. Hem de pat diye. Hiç " gerçekten" bırakabileceğini düşünmedin ama GERÇEKTEN bıraktın.

    Sen D***** gibi, İ***** gibi kimsenin hayatıyla oynamadın. Kimsenin duygularıyla oynamadın, kimseyi manipüle etmedin. Kimseyi göz göre göre zor durumda bırakmadın. Yapabilirdin. Yapsaydın bazı şeyler daha kolay olurdu. Ama yapmadın. Kendinle gurur duymalısın.

    Sen çatır çatır neredeyse dört dil konuşabiliyorsun. "Kore mi? Neden Kore, başka yer mi yok?" diyenle şimdi Kore'ye hayranlıkla bakıyor. Sen vizyonu olan, ileri görüşlü birisin. Aferin. O sözler seni yıldırmadı.

    Sen her fikre açık, her görüşü anlamaya çalışsan, farklılıklara saygılı birisin. Sen tanıdığım en farklılıklara açık kişisin. En sevdiğim yanın bu.

    Sen tek başına resim, çizim, heykel, gitar, piyano vs gibi bir sürü şey öğreniyorsun. Sürekli okuyorsun, araştırmalar yapıyorsun. Sen odanda boş boş oturmuyorsun. Sen sürekli öğreniyor ve gelişiyorsun. Sen farklı şeyler deneyimleyerek, okuyarak ve öğrenerek, o kadar çeşitte, o kadar sayıda, o kadar farklı insanı bünyene katıyorsun.

    Sen yalnız kalabiliyor, kendinle baş başa olmaktan sıkılmıyorsun. Başka insanlar kim olursa olsun birini isterken, sen buna ihtiyaç duymuyorsun. Kendini sevmenin en büyük adımı bu değil mi? Kim sevmediği biriyle sürekli yalnız kalmaktan hoşlanır ki?

    Sen gereksiz su harcamamaya çalışıyorsun. Çevre için elindeki seçeneklerin en iyisini kullanıyorsun. Kendini gereksiz atıklardan ve zarardan daha fazla uzak tutmanın yollarını arıyor ve buna adapte olmaya çalışıyorsun.

    Sen eğer ortada yanlış bir şey varsa söylüyor, düzeltiyorsun. He deyip geçmek sana o fikri yaymak gibi gibi geliyor. Sen elinden geleni yapıyorsun. Helal olsun.

    Sen iki üniversite bitirdin. İkinciyi okuma cesaretini gösterdin.

    Sen hem oyunculuk, hem reji asistanlığı, hem sahne amirliğini ayı anda yaptın. Dekor boyadın, aksesuar- kostüm alışverişine gittin, amelelik yaptın, organizasyon ekibinde çalıştın, kulüp sekreterliği yaptın.

    Refik Erduran sana çok iyi bir yazar olabileceğini söyledi. Senin yazdıklarından etkilenen ve daha çok yazması isteyen bir çok insan var.

    Haldun Dormen onlarca kez seni ve performansını övdü. Sana " harika bir Evita'ydın" dedi.

    Sen gitmeyi çok istediğinde bile yaşamayı tercih ettin.

    Sen iyi, azimli, güzel, saygılı, açık görüşlü bir insansın. Bunları sana kimse hatırlatmasa da sen kendine hatırlatmalısın.

    Hiç bir dış etkenin seni uzun süre etkilemesine izin verme. Bir iki gün sıkıl, üzül, ağla sonra kendini toparla. Nasıl olsa unutmuyor musun? O yüzden hayatını uzun vadede etkilemesine izin verme. Zaten hayatta kontrol edemediğin ve edemeyeceğin onlarca şey varken sen kendini kontrol edebilirsin.

    Kendinde memnun olmadığın şeyleri değiştirmekten asla vazgeçme. Kötü alışkanlıklarını bırakmaya çalışırken ve yerine iyilerini koymaya çabalarken kendinle sürekli kavga halindesin. Kötü alışkanlıklarına her teslim olduğunda kendine acımasızca davranacağına onlara teslim olmamak için kendine acımasızca davran. Kimse sana başarılarının ödülünü vermiyor ve vermeyecek. Hele ki böyle kişisel başarılarının kimsenin umurunda değil. O yüzden kendini başarısızlıklarında hırpalama. Sabırlı olmaya çalışırken hırpala, debelen, savaş. Elinden geleni yapıyorsun. Sonucunu da alacaksın. Bunu da unutuyorsun ama evet, çalışırsan, çabalarsan karşılığını alacaksın.

    Senem, artık korkma. Korkularını unutma ama onlarla yaşamayı artık bırakman lazım. Herkes unutabilir ama senin unutma gibi bir lüksün yok.

    Sen fazla paran olmasından bile korkan birisin. Sen yemeğini yiyebil, kitabını alabil, bir kaç kere tiyatroya, sinemaya, konsere gidebil, çatın olsun, bir kaç yılda bir sefa yapabileceğin bir birikim yapabil istiyorsun. Fazlası seni korkutuyor. Senin hayattan beklendin sadece bu.

    Senin bu güzel taraflarına gözlerini kör edip, gölgelerinden ve şeytanlarından başka bir şey göremeyenlerin, seni böyle kabul etmek istemeyenlerin seni etkilemesine izin verme.

    Sen Senem'sin. Sen sana vermedikleri o isimsin. Sen Agrin'sin.

    





29 Eylül 2020 Salı

O sahilde buluşalım. Seni özledim.

    Tam olarak ne zaman bu kadar yalnız hissetmeye başladım emin değilim.

    Ne zaman ağlamak külfet gibi gelmeye başladı?

    Ölmüşlerin fotoğraflarına bakabilirken, geçmişte kalanların fotoğraflarına bakamamaya ne zaman başladım?

    Kendi fotoğraflarıma bakmak bile neden bu kadar hüzünlendiriyor?

    Nostaji duygusu mu? Gelecek korkusu mu? Pişmanlık mı? O zamanlardan bu zamanlara gelene kadar başımdan geçenlere gözlerimi kapatma istediğinden mi?


    Şu an bunları içimdeki romantik tarafımı tatmin etmek için mi yazıyorum yoksa mantıklı tarafımla cevap aradığım için mi?

    Cevapları bulsam doğru olup olmadıklarını nasıl anlayacağım? Doğruluğundan emin olursam bulduğum cevapları kabul edebilecek miyim? Kabul edersem beni iyileştirecek mi yoksa yükseklerden yerçekimine mi kapılacağım?



    Şu an el yazım neden kendi yazıma benzemiyor?

    Bunları kim yazıyor?

    Hangimizim şu an?

    Aramızdan biri mi yazıyor yoksa hepberaber miyiz?

    Sayfaya elimin gölgesi vuruyor yazarken. Başımı sola çevirdiğimde saçları topuz yapılmış gri yansımam var. Siyah değil gri...

    Acaba bunları yazan bir Murakami karakteri mi gölgesinin yarısını aramaya koyulan?

    Öyle ise eğer beni iyi dinle...

    O sahilde buluşalım. Seni özledim.

    Sonra belki yanyana oturur, susar ve kitap okuruz. Kum taneleri düşer, vakit geçer. Beraber...


    Belki de gölgemin kayıp yarısı yazmıştır bunları.




10 Eylül 2020 Perşembe

Tebrikler artık ARMY değilsiniz!

 *Bu yazı " Canımın istediği şeyler" adlı kanalımda yayınlanan aynı başlıktaki Youtube videomun metin halidir. 



    Beni Twitter’dan takip edenler geçen günlerde neredeyse spam kabul edilebilecek derece bir mücadele verdiğimi biliyorlar. Beni yıllardır takip edenler ise bu tür şeylerin beni ne kadar kötü etkilediğini ve zorlandığımı biliyorlar. Sonucunda Twitter kullanımımı ve biraz sonra bahsedeceğim türdeki olaylar karşısındaki kişisel tutumumu sorguladığım bir süreç içerisine girdim.

    Öncelikle şu an üzerinde konuşmanın gereksiz olduğu bazı nedenlerden dolayı intiharlar ve intihar haberleri konusunda bir hassasiyete sahip olduğumu söylemek istiyorum. Bu yüzden genelde sosyal medyada konuşmayı tercih etmediğim ve hakkında paylaşım yapmadığım birkaç konudan biri intihar. Ancak bu videoda bundan söz etmek durumundayım. Altını çizmek istediğim şey ise bu videoda konumuzun intihar olmadığı. Sadece bahsedeceğim asıl konunun gündem dolayısıyla bir parçası…Tekrar ediyorum bu videonun konusu intihar değildir.

     Geçtiğimiz günlerde Türk medyası maalesef artık alışkın olduğu bir aile içi şiddet mağduru Melisa’nın ölümüyle meşguldü. Ben ve benim gibi K-pop dinleyicisi olanlar ve aktif olarak K-pop ile ilgili gündemi takip edenler için ise bu olayın bize dokunan başka bir tarafı vardı. Melisa’nın bir K-pop dinleyicisi ve takipçisi olması. Bu ortak noktamız bizim Melisa’ya daha fazla yakın hissetmemize ve hassaslaşmamıza neden oldu. Melisa -yanılmıyorsam- iki yıl boyunca Twitter üzerinden BTS üyelerinden Yoongi’ye yaşadığı zorlukları anlatmış. Anlamayacağını bilerek, Türkçe olarak, sadece yargılanmadan, sorgulanmadan içini dökmek istediği için…Belki de biri görür ve ona yardım eder diye…Gerçek sebebini ancak tahmin edebiliyoruz maalesef. Ama bu iç dökmelerin temizliği bir gerçek ve tartışılmaz.

    Dediğim gibi Melisa’yla olan ortak noktalarımız bu ölümden daha fazla etkilenmemize neden oldu. Bazılarımız için sadece K-pop dinliyor olması ortak noktaydı, bazıları için yakınlık çok daha fazlaydı. BTS hayranı olması, Yoongi hayranı olması, içini yakın gördüğü bir ünlüye dökmesi, aynı ünlüye yakınlık duymak, üzerine yakın yaşlarda olmak, benzer şeyleri yaşamış/yaşıyor olmak vs…Bu istem dışı ekstradan kurduğumuz empatiler bizi duygusal davranmaya itti. Dolayısıyla Türk K-pop dinleyicileri Melisa ve yaşadıkları hakkında sosyal medyada ekstra bir hassasiyet gösterdi. Bu hassasiyet basında çıkan bazı haberlerle daha da hassas hale geldi.

 

    Akşam gazetesi başlığı “ babası mı yoongi mi ölüme sürükledi” olan bir haber yayınladı. Daha önce bazı dar görüşlü kişilerin manipülatif söylemleri ve basının da bu söylemleri destekleyici bazı haberler yapmasından ön yargılar ve zorbalıklarla mücadele etmek zorunda kalan K-dinleyicileri savunmaya geçerek bu habere tepki gösterdiler. Ben de dahil olmak üzere bir çok kişi haberin yanlış olduğunu ve kaldırılması talep etti. 

    Haberin içeriğinden biraz sonra detaylıca bahsedeceğim. Ama öncelikle bu verilen tepkilerle ilgili daha sonra şunu fark ettim. Çoğunluk bahsi geçen BTS ve Yoongi olduğu için habere tepki gösteriyordu. BTS’in kendini sev mesajlarından, Melisa’nın onlardan güç bulduğundan bu yüzden haberin yanlış olduğu belirtiliyordu. Bense ana sayfadaki haberin ön gösteriminin altındaki bir cümleden dolayı haberin yanlışlığına tepki vermiştim. “BTS grubunun solisti Min Yoongi,15 yaşında intihara kalkışmıştı…” Yoongi’nin hiçbir zaman açık bir şekilde intihara kalkıştığını açıklamadığı için bu cümleye tepki verdim. Bu cümle yanlış bir algı oluşmasına neden olabilirdi.

     Haberin tamamına baktığımızda, haber genelinde bir yanlışlık görmek mümkün değil. Bir çoğunuz şu an kaşlarını çatmış Senem ne diyor diye düşünüyor olabilirsiniz. İzin verin açıklayayım.

    Haberin ilk kısımı tamamen gerçeklerden oluşuyor. Melisa’nın Twitter’da yaşadığı psikolojik şiddeti anlatması, babasının gözaltına alınması vs gibi bilgiler var. Burada zaten bir sorun yok.

Haberin ikinci kısımı iste K-pop’la alakalı. İkinci kısım tam olarak şöyle:


    Hemen hemen benim tepki gösterdiğim ana sayfadaki kısmın aynısı diyebileceğimiz cümleler... Yoongi’nin intihar etmesi konusunun bilinediğini söylemiştim o yüzden geçelim. Son cümle ise K-pop dinleyicilerini tabiri caize 'trigger'layan ve tepki vermesine neden olan cümle. Son bir yıl içinde Kore pop gruplarının 4 solisti de evlerinde ölü olarak bulununca dikkatler Kore popuna çevrilmişti.

    Yüzde yüz doğru bir cümle. Gerçekten bu olaylardan sonra dikkatler Kore popuna çevrilmedi mi? Çevrildi ve biz bunu manipulatif şekilde kullananlara karşı tepki gösterdik. Hatta bununla ilgili bir video bile yaptım. Dolayısıyla bu habere verilen tepkilerin büyük çoğunluğu yanlıştı. Duymak hoşunuza gitmemiş olabilir ama evet yanlış bir tepkiydi. Daha önce bu üzücü olayların bazı algılar yaratılmak için kullanılmış olması bu haberin de aynı şekilde muamele görmesini haklı çıkartmıyor.

    Şöyle diyebilirsiniz: "Ama bu konu haberin içeriğiyle ve yaşananlarla bağlantısız." Katılıyorum. Bağlantısız olduğunu bizler bu konuları takip edenler olarak biliyoruz. Ancak bu gazetenin hedef kitlesinin ve okuyucularının K-pop hakkında pek bilgileri olmadığını tahmin etmek zor değil.

Kanıt olarak ortaya sunulan tweetlerde Yoongi’nin adının geçiyor olması bir habercinin atlayamayacağı bir detay. Bir gazetecilik mezunu olarak bunu rahatlıkla söyleyebilirim. Hatta günümüz basınını düşündüğümüzde masum sayılabilecek kadar az detay verilmesine şaşırdım bile…Normalde olayların ve gerçeklerin(!) köpürtülmesine ve okuyucuların görüşlerini yönlendirmesine alışkınız. Ama bu haberde sadece bir gerçek belirtilmiş.

    Ama asıl konumuz bu haber de değil. Bu habere verilen ekstrem tepkilerin getirdiği istenmeyen sonuçlar...

    Bu haberin çıkmasının ardından bazı BTS fanları yani Army’ler bu haberin ana sayfadaki görüntülerini paylaşıp, İngilizceye çevirip uluslararası Army’lerden şikayet etmeleri için yardım istediler. Bir kısım Türk Army bunu BTS’in şirketi BigHit’e ulaştırmak için yardım isterken bir kısım Türk Army ise bunu sadece gazetedeki haberin kaldırılması/düzeltilmesi için yardım istedi.

Çok takipçili bir uluslararası Army’nin hasabında BigHit’e e-mail atılması istenilerek paylaşıldı bu haber. Ve bazı yabancı fanlar bunun BigHit’e ulaştırılmaması gerektiğini, çünkü BTS’in konuyla alakası olmadığını ama haberin yayılması işinin DMler üzerinden gizlice yapılması gerektiğini söylediler. Ancak bu kabul edilmedi ve olayın herkes tarafından açık açık duyulması gerektiği söylendi. Bu konuşmalar arasında bir Koreli Army Yoongi’nin neden bu habere alet edildiğini sordu. Türk basınını bilmeyen bir yabancının bu haberi anlamaması ve böyle bir soru sorması çok normal. Aslında Türk Army’lerin dediği şeyi sorgulayan bir soru. Yoongi’nin olayla alakası yok. O yüzden bu haberde olmaması gerek. Ancak bizler Türk basınına alışkın olduğumuz için neden alakasız bir şeyden bahsediyorlar diye sorgulamadan direk tepki verebiliyoruz. Ama bu şekilde haber yapılmayan bir ülkenin vatandaşının bunu anlamaya çalışması gayet anlaşılır. Ama ona gelen ilk cevap nasıl biliyor musunuz? Küfürlü ve savunmacı. Ardından gelen hemen hemen tüm cevaplar konuyu açıklamayan sadece savunmacı bir dille yazılmış. Bunun üzerinde neye tepki aldığını anlamayan bu Koreli Army siz kendi basınızı daha iyi bilirsiniz bu yerel haberi neden bighit’e taşıyorsunuz neden kendiniz halletmiyorsunuz dedi. Üzerine bu haber Kore basınında çıkarsa Türk Army’leri affetmeyeceğim dedi. Ve işte bu son tweetle kaos başladı.



     Burada söylenilen şey çok basit. “Toplanıp gazeteyi şikayet edin sonuçta bu sizin yerel haberiniz ve ne bizimle ne de Bts’le ilgili değil. Ve bunu beceremez de Kore basınında Türkiye'de Yoongi intihara teşvikten dolayı haber oldu diye çıkarsa sizi affetmem.”

     Ama çok kısa bir sürede #turkisharmylovesbangtan diye bir hashtag açıldı ve Koreli Army'lerin Türk Army'leri fandomdan attığı dedikodusu yayıldı. Bu hashtag altında Koreli Army'lere edilmeyen küfür, hakaret kalmadı. Peki kim fandomdan atıldınız dedi? Cevap: Hiç kimse.

     Benim bu olanlardan bu hashtag TT listeme düşünce haberim oldu. Konuyla ilgili başta çıkan ilk popüler tweet K-Army'nin fandomdan bizi attığıyla ilgiliydi. Birkaç tweet altta biraz önce bahsettiğim sizi affetmem diyen tweet vardı. Çoğunluk bu tweetin ekran görüntüsünü paylaşıp koreli Army'lerin Türkleri fandomdan attığını paylaşıyordu. Öncelikle böyle bir şeyin olamayacağını bildiğim için böyle bir saçmalığı kim, neden söylemiş olabilir diye araştırmaya başladım. Ve tabi ki hiçbir şey bulamadım çünkü böyle bir şey hiçbir zaman söylenmemiş. Bunu paylaşan ve çok etkileşim almış popüler tweetlerin altında kaynak sorduğumda ise herkes aynı tweete yönlendirdi. Ben burada fandomdan atılmaktan bahsetmiyor dediğimde ise bende kaynak yok, herkes öyle diyor, öyle demese de bu Koreli Army kim ki bizi affetmiyor gibi cevaplar aldım. Daha sonra olanları kısaca anlattığım bir paylaşım yaptım ve hiç olmayan bir şeyin büyütüldüğünü ve odaktan sapıldığını anlatmaya çalıştım. Odak tabi ki aile içi şiddet. Bir gün önce Army’ler kaybettiğimiz kardeşimiz için TT olmaya çalışırken bir gün sonra olay BTS’i korumak olmuş sonrasında da kendilerini yani Türk Armyleri korumak olmuştu. Bunu söylemem üzerinde bu hashtag melisa için başlatıldı diyenler ise "neden melisa TT listesinde değil o zaman?" soruma ise cevap veremediler. Engellendiğim bile oldu. Burada Melisa’ya verilen tepkilerin sahte olduğunu söylemeye çalışmıyorum. Sadece düşünmeden sadece duygularla ve saldırganca tepkilerle olayların çok kolay istenilen yere çekildiğini anlatmaya çalışıyorum.

     Bana gelen bu mantıksız cevaplar -beni uzun zamandır takip edenler şaşırmayacak – tabi ki çok sinirlendirdi ve durmadan çok etkileşim alan tweetlerin altına olanları açıkladığım tweetimi yapıştırmaya başladım. Bir süre sonra spam yaptığımı anlayınca durdum. Çok fazla olumlu tepki geldi. Bu olumlu tepkilerin çoğu ne olduğunu anlayamamış henüz olayın farkında varan kişilerden oldu. Diğer olumlu tepkiler ise tartışmaya çok açık. Genellikle ben böyle olduğunu bilmiyordum diyen çoktu. Ama arkasından gelen cümleler garipti “ yine de o kim ki?, k armyler zaten hiçbir şey yapmıyor biz en iyisiyiz. Koreliler diye kendilerini fandomun sahibi sanıyorlar vs.” hatta olsun ya sürü psikolojisi deyip güya komiklik yapan bile oldu. Paylaşımların yanlış olduğu konusunda ortak noktaya ulaştığım kişilerden eski paylaşımlarını silmelerini ve doğruyu anlatmalarını istedim. Hepsi ama hepsi sadece bu tweetimi kalpleyip ne doğruyu anlattılar ne de tweetlerini sildiler. Hatta üzerinde aynı paylaşımları yapmaya devam edenler bile oldu.

     Bunların üzerine yeni bir gelişme yaşandı. O Koreli Army özür dilemişti. Hemen böyle bir şey olmadığını anlayarak özür dilediği tweeti aradım. Böyle bir şey olamazdı çünkü ne için özür dileyecekti ki? Ortada olmayan bir şey için mi özür dileyecekti?

     Türk Armylerin özür diledi diye paylaştığı Google translate ile manasızca çevrilmiş o tweeti gördüm. Tweetin doğru çevirisi şu : kore medyasında ülkenizin bir lokal haberini patlatmaya çalışan t-armyleri suçladigimi iddia ediyorlar. Bir suru t-army sözlerimi çarpıttığı icin cok uzuldum. Google tranlatein yanlış çevirisine – ki çeviri yamuk yumuk olmasına rağmen- inanan Türk armyler zafer kazandıklarını ilan etmeye başladılar. Bir kısım ise bu olmayan özürü kabul etmedi.

     Bütün bu saçmalıklar artık beni çok kötü etkilemeye başlayınca o gece Twitter uygulamasını silmeye ve bir süre uzak kalmaya karar verdim.

 

    "Senem böyle fanlar yüzünden bu kadar uğraşmaya değer mi? Canını sıkmaya değer mi?"Böyle olaylar olunca bana genelde böyle mesajlar atıyorsunuz.

Cevap veriyim. DEĞER. DEĞMELİ.

Yine Twitter'da belirttiğim gibi :


 

    Ama tüm bu bahsettiklerim de asıl konumuz değil. Şimdi bir geçiş yapıyorum. Geçiş olarak yine akşsam gazetesinde bu olaylardan sonra yayınlanmış bir yazıyı kullanacağım.

    Kör kütük , sorgusuz-sualsiz ünlülerini korumaya and içmiş fanatikler! Videoya dislike atmaya hazır olun. Çünkü birazdan bana içinizden hak verip, arkamdan küfür etmek yetmeyecek.

    Şimdi yazıyı inceleyelim.

     Öncelikle daha önce yazılan haberin kısa bir özetiyle başlanmış. Daha sonra ise yazının ana temasını belli eden bir giriş yapılmış.



    Teker teker bakalım. Burada intihar haberlerinin akla getirici bir yönünün olduğunun bilimselliğinden bahsedilmiş. Peki öyle mi?

    Basında yer alan ve halka duyurulmuş intihar haberlerinin gerçek hayattaki intiharların üzerindeki etkisi üzerine toplam 42 farklı çalışma yapılmış ve 293 bulgu elde edilmiş. Bu çalışmalar siyasetteki ve eğlence sektöründeki ünlülerin intihar haberlerinin 14.3 kat daha fazla copycat effect (taklit etkisi) yarattığını göstermiş.

     Copycat effect denilen ve benim taklit etkisi diye çevirdiğim şey nedir? Bunun iki türü var biri suç işleme üzerine biri de intihara yönelme üzerine yani copycat suicide...

     Copycat suicide yani taklitçi intihar televizyon ya da başka bir medya aracılığıyla öğrenilmiş bir intiharın benzerinin başka bir kişi tarafından tekrar edilmesi.

Bu bizi başka bir terime yani Suicide contagion'a getiriyor. Bulaşıcı intihar diye çevirebiliriz. Bulaşıcı intihar copycat sucide’dan biraz daha detaylı bir tanım.

    Bulaşıcı intihar, aile içinde, bir grupta ya da medya aracığıyla intihara şahit olmuş kişilerde intihar düşüncelerini ve intihara yönelik davranışları arttırdığını açıklayan bir terim. Doğrudan ya da dolaylı olarak intihara şahit olanların intihara yönelik davranış yüzdelerinde artış olduğu görülmüş. Özellikle de ergenler ve genç yetişkinlerde bu oranın yüksek olduğu görülmüş.

    Bu araştırmaların olduğu ve bahsedildiği linkeri açıklama kısmına koyuyorum. (Bu yazı boyunca linkler anahtar kelimelere gömülü şekildedir. Üzerlerine tıklayarak ulaşabilirsiniz.) Olur da benim anlattıklarıma inanmazsanız belki bilimsel çalışmalara inanırsınız. Gerçi o konuda da sorunlarımız var ama ona daha sonra değineceğim.

     Gazetedeki yazıya dönersek demek ki İntihar haberlerinin, ‘kötü’ ve ‘acı’ olarak etiketlense bile ‘akla getirici’ bir yönü olduğu çok sayıda bilimsel araştırmayla ortaya konuldu. Cümlesi doğru bir cümle. Devam edelim...

    İntihar haberlerinin olumsuz etkilerinden dolayı akşam gazetesinin bu haberlere yer vermeme kararından ancak bu haberin istisna olduğundan bahsedilerek devam ediyor.

 


    Paylaşılan tweetlerin üzerinde durulması gerektiği vurgulanmış ve hemen ardından bu mesajlarda üzerinde durulması gereken bir detaya dikkat çekiyor. O da seslendiği Yoongi.

    Yoongi’nin kim olduğunu kısaca açıkladıktan sonra benim tepki gösterdiğim Yoongi’nin 15 yaşında intihar ettiği yanlış bilgi tekrarlanmış. Bir şarkısında bununla mücadelesini anlattığı görülüyor denilerek bu güya intihar bilgisinin şarkı sözlerinden çıkartıldığını anlıyoruz. Ancak şarkı sözlerinde doğrudan intihardan bahsedilmediğini biliyoruz. Şarkının sözlerinin olduğu linki aşağıya bırakıyorum. Sözlere baktığımıza intihardan bahsedilmiş olma ihtimali olduğu çok açık ancak dediğim gibi bu konu hakkında kesin bir bilgi yok. Dolayısıyla bu cümle yala yanlış olma özelliğini koruyor.

    Daha sonra, "Yani dertleşmek için hayranı olduğu ve ‘sürüklendiği’ deneyimi yaşamış bir şarkıcıyı seçmiş. Dertleşmenin masumiyeti açık..." denilmiş.

    Dertleşmek için kendine yakın birini seçtiğini söylüyor. Bunun cevabını asla bilemeyeceğiz. Ama Melisa’nın Yoongi’yi kendine yakın gördüğü için ona hitap etmiş olduğu çoğunluğun olduğu gibi benim de tahminim. Bu cümlede çok ince eleyip sık dokursak can sıkıcı olabilecek tek bir şey var o da sürüklendiği kelimesinin vurgulanmış olması. Özellikle seçilmiş bir kelime olduğu açık. Kendi kontrolünde değil başkasından dolayı bu sona sürüklendiği vurgulanmak istenmiş. Ama yine yanlış diyemeyeceğim bir cümle. Yukarıda bahsettiğim araştırmalar bu ihtimalin olduğunu gösteriyor. Sadece can sıkıcı bir vurgu diyebilirim. Dertleşmenin masumiyeti açık denilerek Melisa’nın suçu olmadığı vurgulanmış. Bu konuda kimsenin itirazı olmadığı bariz.

    Triggerlanacağımız bölümlere geliyoruz. Sonraki cümle şöyle:

    Bu cümle de özenle seçilmiş kelimelerden oluşuyor. Zira direk masum değil ya da suçlu denilmiyor. Böyle bir masumiyetten söz etmekte “zorlanıldığı” belirtiliyor. Daha sonra bu zorlanmanın nedeni olarak şöyle denilmiş: "Zira bazen ‘haber’ gibi, ‘intihar eğilimiyle mücadele’ bile ters etki yaratabiliyor. Ya bu ‘mücadele’ şöhretin unsurlarından biri olarak kullanılıyorsa?.."

    Burada intihar haberlerinin olumsuz etkisi olması gibi intihar mücadelesi hikayelerinin de olumsuz etkisi olabilme ihtimali olduğu söyleniyor. Çünkü yazarın başta dediği gibi “ akla getirici” oluyor. Yazar kendini doğrulamış oluyor bu cümleyle. Burada hala yanlış bilgi üzerine yani Yoongi’nin intihar etmiş olduğu düşünülerek varsayımlar yapılıyor.Yani aslında bir tahmin üzerine varsayımlar. Dolayısıyla bunlar sadece akla gelebilecek olası düşüncelerden bazıları. Cümlelerde kesinlik yok. Sadece ihtimallerden söz ediliyor. Yazar burada yanlış bilgi üzerinden varsayımlar yaptığının farkında omalı ki kendini doğrulamak adına kendi gibi düşünen bazı yorumları yazısına eklemiş.

    Bizler de The Last şarkısının sözlerine baktığımıza aynı yorumlarda bulunabiliriz. Ama bunlar yine yineliyorum ki sadece tahmin ve bir şarkın üzerinde yapılmış yorumlardan ibaret. Yine de üzerinden bazı tahminler yapmayı ve bunlar üzerinde konuşmayı yanlış ya da hatalı kılmıyor. Kesin bir dil kullanılmadığı sürece tabi ki… Zira bizler The Last’i dinlerken bence burada şöyle demek istemiş diyerek bu yazının sahibi gibi birere tahmin de bulunmuş oluyoruz, o kadar…

    Yazının devamında yazarın düşüncesini destekleyecek başka bir bilgi veriliyor.

    Burada da yalan ya da yanlış bir bilgi yok. Tamamı doğru bir haber. Yazarın üzerinde durduğu konuyla da bağlantılı bir haber. Dolayısıyla bir gazeteci olarak böyle bir içerikte bahsedilmesi doğru bir olay. (Bir BTS sever olarak sinir bozucu mu? Evet. Bu beni sinir bozukluğumu haklı mı kılar? Hayır. Çünkü mantıklı değil tamamen duygusal bir tepki)

    Daha sonra yine özenle yazılmış bir cümle geliyor : "AKŞAM, şarkıcı hakkındaki bu verilere dayanarak, Melisa’nın dertleştiği Yoongi’nin hayatı ve şarkılarındaki bu olumsuz taraftan ‘da’ etkilenip etkilenmediğini sorguladı."

    Bu cümlede “da” vurgulanmış. Bu “da” vurgulanarak sadece müziği suçlamadığını bu ihtimalin de söz konusu olabileceği vurgulamış oluyor. Burada yine yapılan bilimsel araştırmalara gönderme yapabiliriz. Yine kesinlik olmayan, doğrularla temeli atılmış bir hatasız cümle.

    Daha sonra bu habere gelen tepkilerin bazılarından örnekler vermiş:

    Bu yorumların benzerlerinin hepsine ben sadece Twitter'da şahit oldum. Siz de ufak bir aramayla görebilirsiniz. Her yorum ,bu yorumları yapanların bakış açılarıyla düşündüğümüzde doğru yorumlar. Haberi yanlış yorumlayanlar ya da bu acı haberi fırsat bilip bazı dar görüşlerini yaymayı amaçlayanların yorumlarını görenler yoonginin suçlu ilan edilmesine tepki gösterebilir gayet. Yoongi'nin duyarsa üzülme ihtimali de olabilir. Olayın odağından sapıp durumu sadece bts olarak görenlere de tepki verilebilir ki şahsen bu tepkileri verenlerin içerisindeyim. Yeni neslin bu odak kaymasından ve yanlış yorunlarını gözlemleyen pesimist bazı kişiler yeni nesil bitmiş gibi düşünebilir. Cemaat müritlerinden farkı olmayan diye tanımlanan fanlar olduğunu düşünmek de zor değil zira ben onlara fanatik demeyi tercih ediyorum ve çok büyük ihtimalle dislikelarını atıp küfürlerini edip çoktan videodan çıktılar bile. Bts dinleyip kendine zarar vermeyi aklından geçirmeyen bir sürü insan olduğu da bariz. Dolayısyla yazının bu kısmında da farklı görüşlere yer verilmiş ve gayet doğru. Kopyala yapıştır hakkındaki izlenimi ise yüzde yüz doğru çünkü yazarın ağ dediği şey fandom kültürünün parçası. Streamlerden, oylamalara, TT çabalarından , yapılan yardım kampanyalarına kadar bu ağın uluslararası çapta tıkır tıkır işlediğini biliyoruz. Özellikle Army'ler bu organize olma becerileriyle nam salmış durumdalar.

    Yazının devamında duygulara hitap eden bir çok alanda ve tabi müzikte de bazı konuların hassasiyet yaratabileceğinden ve olumsuz etkilere neden olabileceğinden hatta bazı durumlarda bunun bilinçli yapılabileceğinden bahsediliyor.  Artık tekrarlamama gerek var mı bilmiyorum ama yine kesin bir yargı da bulunmadan temelleri olan bir düşünce.

    Yazar sonra bu konuyla iliği tecrübesinden bahsetmiş: "Son 3 günde okuduğum makaleler, Yoongi ve benzeri birçok ‘yeni nesil’ müzisyenin, ‘mücadele ediyor’ görünmekle birlikte duygusal istismardan yararlandığı düşüncesini oluşturdu bende."

    Etkilenmeye müsait kişilerin popülerlik kazanmak için müzik tarafından duygusal istismara alet edildiği düşüncesini paylaşmış. Burada hangi makalelerin okunulup bu düşünceye yönlendirdiğini bilemiyoruz. Ama varsayımsal olarak düşünürsek yazarın hayat görüşüne daha yakın yazılar olduğunu söylersek eğer böyle düşünüyor olması çok doğal. Sonuçta herkes birbiriyle aynı düşüncelere sahip olmak zorunda değil. Zaten yaşamın zenginliği farklılıklarla oluşuyor. Yazarın düşüncesine katılmasak da doğruluk payı olabilecek ve saygı duymamız gereken bir durum.

Yazı şöyle sona eriyor:


    Burada özellikle – bilimsel çalışmalarda ortaya çıktığı gibi- çocuk ve gençler gibi kolay etkilenebilecek kişilerin tükettiği şeylerin gözetim altında olması gerektiğini söylüyor. Bu düşünce zaten tüm dünyada başlı başına ayrı bir tartışma konusu. Ülkemizde de benzerlerini zaman zaman yaşıyoruz. Bilinçli bir tüketici olmayı öğütlüyor aslında…Benim de katıldığım gibi yoongi’yi de düşünerek ama odaktan şaşmadan farkındalık yaratılmasını öneriyor.

    Sonunda da kendiyle çeliştiğini kabul ederek yazıyı bitiriyor. Aynı benim ortada olmayan fandomda atılma mevzusunu anlatmak için TT yapılmasını istemediğim hashtagi kullanarak doğruları anlatmaya çalışmam gibi…Ya da konumuz intihar değil değil bin kere intihar demek zorunda kalmam gibi…Odağımızı kaybetmeden devam edebilmemiz için hatırlatiyim. Konumuz intihar değil!

    Bu konuyla ilgili birbiriyle bağlantılı bu iki haber gördüğümüz üzere gayet tutarlı. Yazar düşüncelerini belirtmiş. Biz de saygı duyuyoruz!!! DEĞİL Mİ? Saygı duyuyoruz değil mi! Bu düşünceler yanlış bir bilgiye dayansa da hala ihtimal dahilinde. Ama bu 15 yaşında intihar etti gibi kesinlik içeren cümleyi onayladığım anlamına gelmiyor.

    Şimdi bu haber, yanlış yorumlama ve tepkilerle, uluslaarası fanlara ulaştırılan, yanlış tutumlarla anlatılmaya çalışılan ve sonunda küfürlerin,hakaretlerin havalarda uçuştuğu bir kaosa dönüşüp nasıl hiç olmayan bir şeyin 20K tweet atılmasına sebep oldu?

CEVAP : Cognitive dissonance yani bilişsel çelişki.

Kolaya kaçıp Direk Wikipedia Türkçe'den aldım. Aynısının İngilizcesinde tüm kaynaklar yazıyor. 

"Bilişsel Çelişki Kuramı ya da Bilişsel Uyumsuzluk Teorisi, Leon Festinger tarafından ortaya atılmış bir psikoloji bilimi kuramıdır. İnsanların edimlerini ve düşüncelerini geçmişteki tecrübe ve değerlerine göre -bu değerler futbol takımı taraftarlığı, bir dine dahil olma, siyasi bir partiyi destekleme gibi değerler olabilir- belirlediklerini savunur. Birtakım düşünce veya değerlere sahip olan insanlar zaman içinde bu düşünce ve değerlerine muhalif durumlarla karşılaşabilirler. Karşılaştıkları durumlar, kendi düşünceleriyle -ya da değerleriyle- çelişirse, bahsettiğimiz bu bilişsel çelişki durumu meydana gelir. Bu durumda "kişiler, kendi inançlarını -yani değerlerini- terk etmemek adına, sonradan ortaya çıkan uyumsuzlukları (karşı durumu) kabul etmeme ve görmezden gelme eylemini sergileyebilir." Gerçeklerle yüzleşmekten kaçar ya da gerçeklere karşı koyarak şedit eğilimine geçer.(şedit şiddetli demek) Karşı görüş hiç var olmamış gibi davranır ve görmezlikten gelir. Bu durumu daha yalın bir dille şöyle belirtebiliriz: Birey, karşısına çıkan (kendi düşünce ve değerlerine aykırı) uyumsuzluklarla yüzleşmekten kaçınır ve bilinçaltında kendini kandırmaya çalışır; fakat bireylerin bilinçaltında gerçekleşen bu durum (bireylerin) bilinçli olarak yaptığı - ya da farkında oldukları- bir kendini kandırma durumu değildir."

Bilişsel çelişki örneğim
                                                                                   (Bilişsel çelişki örneğim)

    Bilişsel çelişkiyle bağlantılı olarak post truthdan da bahsetmem gerek. Post truth yani hakikat sonrası… 

"Hakikat sonrası, gerçeklerin ortak nesnel deliller yerine bir takım duygu ve inançlarla belirlenmesini anlatan felsefi ya da politik kavramdır. Hakikati anlamaya yarayan nesnel standartların yok olması ya da olgular, bilgiler, görüşler ve inançların birbirine girmesi şeklinde ortaya çıkabilir. Hakikat sonrası yaklaşımı bilimsel yaklaşımla zıtlık gösterir."

    Aslında on saattir bu iki kavramdan bahsedebilmek için konuştum. Benim de zaman zaman bilinçsiz bir şekilde yaptığım bu davranışların bilincinde olmamız çok ama çok önemli.

"Yav biz Bts’ten buraya nası geldik? Alt tarafı kıçı kırık K-pop bu kadar ciddiye almayın kardeşim."

    Evet...Diğer topluluklara bakınca bu minicik olan kpop dinleyenler topluluğu yaşadığımız dünyanın ve toplumumuzun bir minyatürü. Zaten doğru düzgün eğitim alamayan, sokakta rahat yürüyemeyen, istediğini yapmasını geçtim, istediğini bile düşünemeyen genç nesilin ne yaptığının farkına varması gerek.

    Ülkemizi kurtaralım toplum düzelsin bunlar yeni neslin görevi falan gibi zırvalıklar söylemeyecegim. Bunların hiç birine inanmıyorum. Kendiniz için bunu yapmanız lazım. Hatalarınızı görüp kabullenip, öğrenmeye açık olup gelişmeniz gerek. Benimle aynı düşünün diye anlatmadım bunları. Biraz önce sizin bilinçsiz davranışlarınızı gösterebilmek için  hiç savunmak istemediğim bir gazetenin hiç savunmak istemediğim iki yazısını savundum. Neden? Çünkü farklı düşünceler vardır. Size nasıl katılmadığınız ve yapmak istemediğiniz şeyler diretilince haklarınıza tecavüz edilmiş gibi kapana kısılmış gibi hissediyorsanız siz de aynı şeyi karşı tarafa yapınca onlar da öyle hissediyor. Zamanla bu duygular birikip hem fiziksel hem psikolojik şiddete dönüşüyor ve herkes istemediği şey yok olsun istiyor. bu yok olmalar yasaklar ve cinayetlerle yapılıyor. Bu yüzden her düşünceye saygılı olmayı ve doğru şekilde tepki vermeyi öğrenmeliyiz. Duygusal taraflarımızı inkar etmeden kontrol altında tutmalı ve medeni insanlar gibi fikirlerimizi savunmalıyız. Önceliklerimizi ne olduğunu iyi belirlemeliyiz. Aile içi şiddet dolayısıyla ölen birini alet ederek  -evet maalesef alet ettik- fanatiklik yapmak odaktan sapmaktır. Önceliğiniz bu olmamalı!

    Sormayı,sorgulamayı ve doğru bilgiye ulaşmayı öğrenenin. Biri size 'bu şöyleymiş' dediğinde bunu nereden öğrendiğini sorun, bilmiyorsa siz araştırın. Yanlışsa yanlış olduğunu söyleyin. Yanlışı sorgusuz sualsiz paylaşmayın. Paylaştıysanız düzeltin. Yanlış yapmak suç değil,utanılacak bir şey değil ama yanlışı kapatmak ve reddetmek şu hayatta en utanılması gereken şeylerden biri. Çünkü diğer insanları bu yanlışlarla beslemeye ve cahilliğe mahkum olmalarına yardım etmiş oluruz.

Artık şunu içselleştirmeliyiz. Özür dilemek normaldir.

Başınızı ağrıttıysam, kalbinizi kırdıysam, hata yaptıysam ya da sinirlerinizi bozduysam özür dilerim.

Görüşürüz…