29 Eylül 2020 Salı

O sahilde buluşalım. Seni özledim.

    Tam olarak ne zaman bu kadar yalnız hissetmeye başladım emin değilim.

    Ne zaman ağlamak külfet gibi gelmeye başladı?

    Ölmüşlerin fotoğraflarına bakabilirken, geçmişte kalanların fotoğraflarına bakamamaya ne zaman başladım?

    Kendi fotoğraflarıma bakmak bile neden bu kadar hüzünlendiriyor?

    Nostaji duygusu mu? Gelecek korkusu mu? Pişmanlık mı? O zamanlardan bu zamanlara gelene kadar başımdan geçenlere gözlerimi kapatma istediğinden mi?


    Şu an bunları içimdeki romantik tarafımı tatmin etmek için mi yazıyorum yoksa mantıklı tarafımla cevap aradığım için mi?

    Cevapları bulsam doğru olup olmadıklarını nasıl anlayacağım? Doğruluğundan emin olursam bulduğum cevapları kabul edebilecek miyim? Kabul edersem beni iyileştirecek mi yoksa yükseklerden yerçekimine mi kapılacağım?



    Şu an el yazım neden kendi yazıma benzemiyor?

    Bunları kim yazıyor?

    Hangimizim şu an?

    Aramızdan biri mi yazıyor yoksa hepberaber miyiz?

    Sayfaya elimin gölgesi vuruyor yazarken. Başımı sola çevirdiğimde saçları topuz yapılmış gri yansımam var. Siyah değil gri...

    Acaba bunları yazan bir Murakami karakteri mi gölgesinin yarısını aramaya koyulan?

    Öyle ise eğer beni iyi dinle...

    O sahilde buluşalım. Seni özledim.

    Sonra belki yanyana oturur, susar ve kitap okuruz. Kum taneleri düşer, vakit geçer. Beraber...


    Belki de gölgemin kayıp yarısı yazmıştır bunları.




1 yorum:

  1. "İnsan beyninin hatırlayabildiklerinin sınırı yok,hayatta bir sürü şey takılıyor aklımıza.Ama bir şeyi yazdığın zaman onu unutabilirsin artık içinde tutman gerekmez.İyi anılarını hatırla,kötüleri buraya yaz ve hepsini unut." (Minato İtiraflar)

    Her düşüncenin kafamızda bir ağırlığı olduğunu düşünüyorum. Bazılarının gitmesine izin vermeliyiz ki gelenlere yer açılsın. Her saniye, dakika yenileniyoruz, değişiyoruz. Günümüz günümüzü tutmuyor. Bazı şeylerden vazgeçip bazı şeyleri artık daha fazla seviyoruz. Belki de bunu farkında olmadan yapıyoruz. Geçenlerde tat alma duyumuzun yedi yılda değiştiğini öğrendim. Her şey değişkendir. Bakmaktan keyif aldığımız fotoğraf, okuduğumuz kitap, izlediğimiz film vs.. Asıl durağan olmaktan korkmalı belki de. Hep yerinde saymak korkutmalı. O pişmanlıkları da doya doya yaşamalı. Bir insan sadece beyaz veya mutlu değildir. Biz tüm yaşadıklarımızla ve yaşattıklarımızla varız. Bizi belki zaman belki yaşananlar belki de biri değiştirir. Bu değişimin iyi mi kötü mü olacağına biz karar veririz.
    Her fotoğraf koca bir anı barındırır içinde. Mehmed Uzun'un dediği gibi "Fotoğraftaki kişi, artık ölümsüzdür, dilsiz ve sessiz de olsa artık ebedileşmiştir." O fotoğrafı yorumlamak, anlamlandırmak kişinin elinde.

    Değiştirme fırsatı elimizde olmayan şeyler için geçen onca zaman..
    Kimsenin tam olarak bilmediği "doğrular"..
    Siyahları götüren grilerin güzelliği..

    YanıtlaSil